SİDNEY (AVUSTRALYA) – DESTANSI BİR ŞEHİR (Aralık 2019 – Mart 2020) 1. Bölüm (Sydney, Australia – Epic City – December 2019 – March 2020 – Part 1)
Sidney’i hangi kelime ile tarif etmek gerekir diye düşündük ve “destansı” tanımına karar verdik. Evet Sidney gerçekten destansı bir şehir.
Muhteşem bir körfez ve korunaklı bir liman, hem körfez içinde hem körfezin dışında muhteşem plajlar, canlı bir hayat, mutlu ve huzurlu insanlar, nefis manzaralar ve en önemlisi tüm bu güzelliklere ulaşmanın nispeten kolay ve zahmetsiz olması. Haritadan Sidney Körfezi’ni incelerseniz, söylenenler biraz daha anlaşılır olur;
Okyanustan korunaklı bu büyük körfezde iç içe geçmiş birçok koy, adalar ve plajlar insanları keşfetmeye çağırıyor. Sidney’i keşfetmeye ilk göçmenlerin gelişinden başlayalım. Çayınızı, kahvenizi tazeleyin ve ekrandan gezmeye başlayın.
Bu güzel şehri size iki bölümde anlatacağız. 1. Bölüm; tarihçe ve merkez, 2. Bölüm; merkez dışı bölgeler olacak.
TARİHÇE – SİDNEY’İN KURULUŞU
Sidney’e, ilk ayak basan batılılar İngiltere’den gemilerle 1788 yılında gelen mahkûmlardır. Neden mahkûmların gönderildiği sorusunun cevabı; “ucuz işgücü”dür. Yepyeni bir ülke kurulmaktadır ve bu koca ülkede hiç köle yoktur. Aborjinler öldürülmüş veya izole edilmiş, İngilizlerin anlaşma olanağı olmayan bir kitledir. Afrika’dan köle getirmek oldukça maliyetlidir. Oysa mahkûmlar için herhangi bir bedel ödenmeyecek, hatta iyi çalışanlar özgürlüğüne kavuşacaktır. Kalpazanından cepçisine kadar çeşitli suçlardan mahkûm 759 kişilik ilk kafile Sidney’e ayak basar.
İngiltere’nin Portsmouth Limanı’ndan 13 Mayıs 1787 günü yola çıkan ve Kaptan Arthur Phillip komutasındaki 11 gemiden oluşan filo 26 Ocak 1788 günü Sidney’e ulaşmışır. Tam 8 ay süren bir yolculuk… Sidney’in ilk kurucuları işte bu kişilerdir. Bugün Sidney’in geldiği noktayı görünce tüm kentlerin böyle mahkûm kafilesi ile kurulası gelir. Geriye dönüp Sidney’in şimdiki hali bu 759 kişiye gösterilebilseydi acaba ne düşünürlerdi? Herhalde büyük gurur duyarlardı kurdukları kentle.
1788’in 200. yılı anısına, 1988’de, ilk kafilenin karaya çıktığı yere işte bu anıt plaket konulmuştur;
Sidney’e ilk gelenlerin karaya çıktığı yer The Rocks bölgesidir. Liman kıyısı olan bu bölge uzun zaman pek tekin olmayan bir yer olmuşsa da belediyenin başarılı çalışmalarıyla şu anda şehrin en canlı bölgelerinden biri haline gelmiş. Sidney’in ilk binaları burada inşaa edilmiş.
Sanat eserleri ve yiyeceklerden oluşan açık pazar yerinin de kurulduğu bu bölge, kafeleri, barları, restoranları ile akşam saatlerine kadar canlılığını korur. Akşam erken saatte pazar yeri kapansa da pub ve barlar ile diğer eğlence yerleri gece geç saate kadar açıktır. Harbour Bridge’in bir ayağı da The Rocks bölgesine inşa edilmiştir. Fotoğraflarla anlatalım;
Açık Pazar yerinde kurulan standlardan ikisi Türk gözlemecisiydi. Sohbetten sonra hemen fotoğraflarımızı çekildik tabii.
Fotoğrafta gördüğünüz yüzümdeki maske virüse karşı değil. O tarihte (aralık 2019) henüz virüs meydanda yok. Maske yangından kaynaklanan dumana karşı.
AVUSTRALYA’NIN SÖNDÜRÜLEMEYEN YANGINLARI
Yangınlar Kasım ayında başlamış. Önce pek önemsenmemiş, çünkü her zaman bu mevsimde yangınlar olurmuş. Hatta küçük yangınlar bizzat Aborjinler tarafından çıkartılırmış. Amaç, büyük yangınların önlenmesi için ormanda sıçramayı engelleyen şeritler açmak. Hükümet Aborjinlere bu kontrollü yangınları yasaklamış. Kasım ayında başlayan yangınların da kısa zamanda söndürüleceği düşüncesi hakimmiş. Ancak kuvvetli rüzgarlar kontrolün kaybedilmesine sebep olmuş. Önce Sidney civarında başlayan küçük yangınlar giderek tüm ülkeye yayılan devasa boyutlara ulaşmış. Biz Aralık 18’de Sidney’e geldiğimizde zor nefes alınan bir durumdaydı. Etraftaki yangınların dumanları rüzgarın etkisiyle Sidney’e yönelince sarı-gri bir tabaka etrafı kaplamıştı. İlk günler oldukça büyük bir hayal kırıklığına uğramıştık. Dışarıda gezmek eziyet olmaya başlamıştı. Maske takmadan dolaştığımız zamanlar resmen sigara içiyor gibi oluyorduk.
Yangınların neden söndürülemediğini Avustralyalılar kuraklık ile açıklıyorlardı. Normalde eylül, ekim ve kasım ayları oranın ilkbaharı ve bol yağmur alırmış. Ancak kasım ayından beri hiç yağmur yağmamış. Nasıl olsa yağmur yağar ve bu felaket biter diye geçen günler boyunca yağmursuzluk devam etti. Avustralya coğrafyasının büyüklüğünden önceki yazımda bahsetmiştim. Bu büyük coğrafyada tüm ülkeye yayılan yangınlarla başa çıkmak neredeyse olanaksız. tek çare yağmurun yağması.
Yangınlar genelde yerleşim yerlerinden uzaktaydı ama birkaç köye gelip evleri yaktığı da oldu. Can kaybı sınırlıydı. Doğal varlığın kaybından ise kimse kaygılı değildi. Bu bana çok garip geldi. “Merak etme, o doğa tekrar çok daha güçlü olarak canlanır” diyorlardı. Şubat ayının ortalarına doğru yağmurlar yağmaya başladı ve ülkenin çoğu yerinde yangınlar söndü. Bizim döndüğümüz Mart ayında bile, yani bir ayda yangın gören toprak canlanmaya başlamıştı. İnternetten gördüğümüz fotoğraflar, bu coğrafyada doğanın ne kadar güçlü olduğunu bize kanıtlıyordu. Ancak ne yazık ki işin bir de öbür yanı var; kuraklık…
KÜRESEL ISINMANIN İLK VURDUĞU DENEK YERİ: AVUSTRALYA
Ne yazık ki uzmanlar, Avustralya’yı küresel ısınmanın vurduğu ve en büyük etkiyi yaratmaya başladığı coğrafya olarak takibe almışlar. İklim değişikliği etkilerini çok ağır bir şekilde gösteriyor. Avustralya’nın tarımı kuraklık nedeniyle tehdit altına giriyormuş. Aslında tarımda son zamanlarda önemli bir atak yapmış Avustralya. Bir çok sebze ve meyveyi üretmeye başlamışlar. Marketlerde Avustralya ürünleri özel olarak belirtiliyorr ve öne çıkarılıyor. Halen ithallerden pahalı ama ülke vatandaşları pahalı olmasına rağmen kendi ürünlerini satın alıyorlarmış. Alım .gücünün yüksek olması da buna yardımcı oluyor.Kişi başına düşen GSYİH’nın 47.000.-USD sevyesinde olduğunu ve Amerika ile eşit düzeyde olduğunu göz önünde bulundurmak gerek.Gelişen tarıma kuraklığın darbe vurması oldukça can sıkıcı. Artık tüm ülkeler Paris Anlaşması etrafında buluşmalı ve sera gazı üretimini sınırlamalı. Amerika’nın anlaşmadan çekilmesi Dünya’nın geleceği için büyük bir tehdit oluşturuyor. Avustralya bunun en önemli göstergesi. Yakında kuraklık Amerika’yı vurduğunda artık çok geç kalınmış olacak.
Evet, yangın dumanlarına rağmen, zaman zaman maskemizi takarak Sidney’i gezmeye devam ediyoruz.
SİDNEY’İN, AVUSTRALYA’NIN VE BELKİ DE DÜNYA’NIN EN SİMGESEL YAPILARI
Yıl 1923’e geldiğinde Sidney’in gelişmesi, körfezin iki yakasının birleşmesini gerektirmiş. John Bradfield tarafından tasarlanan çelik köprünün inşaatı 9 yıl sürmüş. 1932 yılında açıldığında artık Sidney’in bambaşka bir görüntüsü vardır. Hem çok işlevsel hem de görüntü olarak hoş ve sevimli bu köprünün altından trenler işler. Üstünden üç gidiş-üç gelişli yol ve bir yanında yaya, diğer yanında bisiklet yolu ile Sidney’in güneyi ile kuzeyini birleştirir. Dünyanın en büyük 6. kemer köprüsüdür. Önceden tüm yükü bu köprü çekerken, 1992 yılında iki yakayı birleştiren deniz altından bir tünel açılmış. Şu anda tünel de oldukça işlek ama köprünün güzelliği bambaşka. Köprü de tünel de ücretli. Gün ve saate göre değişen 2,50 ile 4,00 AUD (Avustralya Doları) ücreti var. Aralık 2019’da 1 AUD yaklaşık 4.-TL idi. Yani her geçiş, saatine göre değişen 10.-TL ile 16.-TL arasında bir ücrete tabi (şimdilerde 20.-TL -Mayıs 2020). Ayrıca köprünün üzerinde, rüzgarsız günlerde rehberli turlar ile gezmek mümkün. Üzerinde derken köprünün dairesel kısmının en tepesine kadar çıkıp inen bir yürüyüş yolu bu. Ücreti 150.-AUD. Köprünün görüntüleri ile devam edelim;
Bu güzel yapının Unesco Dünya Mirası olmamasına şaşırdık. Opera Binası ise listeye 2007 yılında dahil edilmiş. Opera Binası’nın dahil edilip Harbour Bridge’in dahil edilmemesini anlamaya olanak yok. Opera Binası da mutlaka külterel değerler arasında oldukça önemli bir yere sahip, ancak 1932 yapımı böyle bir çelik köprünün liste dışında olmasını izah etmek çok zor. Evet gelelim Opera Binası’na…
OPERA HOUSE (OPERA BİNASI YA DA OPERA EVİ)
Sidney’in en önemli yerine inşaa edilmiştir. İnşaası da oldukça sancılı olmuş. 1954 yılında başlanmış tasarım çalışmalarına. 1955 yılında uluslararası bir mimari proje yarışması açılmış. 1957 yılında sonuçlanabilmiş yarışma ve Danimarkalı mimar Jørn Utzon kazanmış birinciliği. İnşaat için Yeni Güney Galler Eyaleti’nce bir heyet kurulmuş ve başına Mimar Jorn Utzon getirilmiş. Finansmanda sorun yaşanmış. John Utzon uluslararası finans çevrelerinden kredi bulmuş. İnşaat tam hız kazanmışken heyette projenin bazı bölümlerine itirazlar gelmiş. Jorn Utzon proje değişikliğini kesinlikle kabul etmemiş. Yapılan sözleşmede kendisinin onayı olmadan projenin değişemeyeceği yazılı olduğu için olay kitlenmiş. Yıllarca devam edilememiş inşaata. Jorn Utzon istifa etmiş heyet başkanlığından. Ama ara sıra gelip denetlemiş, projeye aykırı bir gelişme var mı diye. Sonunda çaresiz kalan heyet aynı projeye devam etmiş ve açılış 1973 yılını bulmuş. Şu anki Opera Evi tam olarak Jorn Utzon’un çizdiği eser olarak dimdik ayakta. Jorn Utzon, binanın şeklini körfezde dolaşan yelkenlerden esinlenerek geliştirdiğini söylemiş. Evet “yelken” ne ilham verici bir güzellik…
Jorn Utzon bu eseriyle 2003 yılında dünyanın en prestijli mimarlık ödüllerinden Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazanmıştır. Ödül tanıtımında şu ifadeler yer almış; “Hiç şüphe yok ki Sydney Opera Binası onun şaheseridir. 20. yüzyılın en büyük ikonik binalarından biridir ve Dünya çapında tanınan büyük güzelliğin bir görüntüsü, sadece bir şehir için değil, tüm bir ülke ve kıta için bir semboldür.”
28 Haziran 2007’de Sydney Opera Binası Unesco Dünya Mirası olarak tescil edilmiş. Tescil kararında şu ifadeler varmış; “20. yüzyılın en ünlü ve ayırt edici binalarından biridir.”
Dış görünüşü gerçekten benzersiz olan bu simgesel binanın içi ise bize göre tam bir hayal kırıklığıdır. Binanın fuaye bölümü içler acısı bir küçüklükte ve şekilsizlikte. İçeride sıvasız duvarlar oldukça itici görünüyor. Konser salonunun ise hiçbir özelliği olmadığını söyleyebiliriz. Küçücük bir alana sıkıştırılmış mağaza bölümünde hediyelik eşya seçmeye olanak yok. Kafeterya ve lokanta bölümü de denize değil arka tarafa bakmaktadır. Aslında büyük opera gösterileri sonradan yapılan, şehir merkezindeki daha büyük başka bir salonda sergileniyormuş. Ancak hiçbir unsur bu binanın dışarıdan verdiği etkiyi gölgeleyemez. Gelsin o zaman fotoğraflar ve video;
Biraz da videodan izleyelim bu güzel manzaraları;
ŞEHRİN DÜĞÜM NOKTASI : CIRCULAR QUAY
Sidney’in en kalabalık, her zaman en yoğun bölgesi Circular Quay denilen merkez liman bölgesidir. Metro hatları burada kesişir. Tramvayın ilk noktası burasıdır. Otobüs hatlarının çoğu buraya uğrar. Tabii en önemlisi tüm feribot hatlarının merkezi burasıdır. 5 adet iskeleden 10 dakikada bir her yöne feribotlar kalkar buradan. Ayrıca gezi tekneleri, cruise gemileri, giren çıkan teknelerin haddi hesabı yoktur. Limanın trafiği insanı şaşkına çevirebilir ama hiçbir zaman bir aksaklık olmaz. Bu yoğunluk ve canlılık içinde inanılmaz bir ahenk vardır. Liman trafiği düzenleme konusunda tüm dünyaya ders niteliğinde bir yerdir burası. 5 iskelenin ikişer pontonundan yani 10 iskeleden kalkan tüm feribotlar tam zamanında kalkar ve tam zamanında yanaşır. Bu yoğunluk içinde biz hiç kazaya rastlamadık. Önce Circular Quay’in fotoğrafları sonra da videosunu izleyelim;
OBSERVATORY TEPESİ (OBSERVATORY HILL)
The Rocks bölgesinde Liman Köprüsü’nün bir ayağı olduğundan bahsetmiştik. İşte bu ayağın kenarından bir tepe yükselir. Buradan yürüme yolundan tepeye çıkabilirsiniz. Araba yolu da var tabii, hangisini isterseniz. Tepede Observatory binası vardır. Burası 1859 yılında hizmete açılmış olan astronomik izleme merkezidir. Binada 1850’lerden kalma gökyüzü gözlem teleskopları ve diğer aletler var. Bir de manzarası var ki seyre doyum olmaz… Buyrun seyreyleyin;
BOTANİK BAHÇESİ (ROYAL BOTANIC GARDEN)
Sidney’in tam şehrin merkezinde çok büyük bir botanik bahçesi var. Kente soluk aldıran, büyük kent yoğunluğunu unutmanızı sağlayan muhteşem bir bahçe. Kafeleri, gezinti alanları ve değişik bitki ve ağaç türlerinin çok güzel düzenlendiği bahçe kentin güzelliğine inanılmaz bir katkı yapıyor ve değerini çok arttırıyor. Şehrin merkezinde derken Opera Evi’nin hemen yanından başlıyor. Yani o kadar merkezde. Haritası da şöyle. Görünür olması için yukarıdaki Opera Evi’ni ayrıca işaretledik;
Botanik Parkı’nı bir kerede gezebilmek için çok zaman ayırmanız lazım. Ya da yukarıdaki haritada kırmızı ile işaretlenmiş yolları bir mini tren ile dolaşabilirsiniz.
Önce fotoğrafları paylaşalım;
Parkın açık kaldığı saatler aylara göre değişiyor.
Bahçenin içinde mini trenle dolaşmak 10.- AUD.
Botanik Bahçesi’nin en güzel yanlarından biri de Harbour Bridge ve Opera House’un en güzel manzarasının olduğu yerlerden birisi olmasıdır;
ŞEHRİN İŞ VE ALIŞ VERİŞ MERKEZİ VEYA ONLARIN DEYİMİYLE CBD (CENTRAL BUSINESS DISTRICT)
Sidney’in İş ve alış veriş merkezi trafiğe kapalı yolları ile oldukça rahat ve keyifli düzenlenmiş. Bir zincir alış veriş merkezi olan Westfield neredeyse tüm binalara yayılmış vaziyette inanılmaz büyük bir AVM. Mağazalar kaliteli ve her kesime hitap ediyor. Fotoğraflarla anlatalım;
Avustralya’daki söndürülemeyen yangınları anlatmıştım. Sidney’in üzerinde sürekli bir duman tabakası nefes almayı zorlaştırıyordu. Özellikle akciğer hastaları ve astımlılar için zor günlerdi. Halk, hükümeti ihmal ile suçluyor ve zamanında yeterli önlem alınmaması nedeniyle yangınların bu kadar büyüyüp ekolojik düzeni tehdit eder hale geldiğini söylüyor ve protestolarda bulunuyordu. İşte bu protestonun en güzel örneklerinden biri de alttaki videoda. Şehrin en merkezi yerinde, Town Hall Meydanı’nda, Kraliçe Elisabeth II heykeli var. Protestocular heykele, hiç ayırt edilemeyecek şekilde bir gaz maskesi takmışlar. O kadar güzel bir protesto olmuş ki, görenler gülmeden geçmiyorlardı. Biz oradayken polisler geldi. Etraftaki insanlara sorup soruşturdular, sonra da çekip gittiler. Heykelden o gaz maskesini çıkarmakla uğraşmadılar bile. Demokrasinin en güzel örneklerini görmek çok hoş oldu. İşte o protestonun videosu;
Merkez çarşının dükkanları kepenklerini erkenden indiriyor ve insanlar tek tük açık yerler arasında sokaklarda dolaşırken akşamları bu güzel görüntülerle karşılaşabiliyor;
QVB (QUEEN VICTORIA BUILDING)
1898 yılında hizmete giren bu bina o tarihten itibaren alış verişin merkezi olmuş. Tarihi binanın özellikleri korunarak modern yaşama adapte edilmiş. Bu tür tarihi alış veriş merkezleri arasında Moskova Kızıl Meydan’daki GUM AVM’den sonra dereceye girebilecek güzellikte bir örnek.
Kent merkezinde önemli bir katedral var. Baptist St Andrew’s Katedrali. Avustralya’da en eski dini yapılardan biri ama zaten ne kadar eski olabilir ki… 1800’lü yıllarda yapılmış. Sidneylilerin nikah ve diğer etkinlikler için beğenerek kullandığı bir mekan. İçindeki vitraylar güzel. Esasen tüm Avustralya’da dini yapılarda büyük ihtişam ve görgüsüzlük yok. İskandinavyadakiler kadar sade olmasa da insanı rahatsız eden bir şatafat yok. Halkı çekebilmek için küçük kokteyller ve benzer aktiviteler düzenleniyor. Fakat en ilginç özelliklerden biri, tüm Avustralya’daki kiliselerde elektronik bağış sistemi uygulanıyor. Kredi kartınızı okutarak en az 5.- AUD bağış yapabiliyorsunuz. Kiliseye girer girmez karşınıza bu bağış için kart okuma aracı çıkıyor. Bir de etrafta televizyon ekranları ile bilgilendirme yapılıyor. Yani kiliseler teknolojiye ayak uydurmuş.
Sidney’in tepeden manzarasının görülebileceği bir nokta da Sidney Tower Kulesi’dir. Merkezdeki alış veriş merkezinin içinden çıkılan bu kulenin çatının bir altındaki camekanlı bölümünün fiyatı 28.-AUD. Eğer camekansız en üst bölüme çıkmak isterseniz 55.-AUD. Bu seçeneği tam bilet alırken söylüyorlar. Listede böyle bir seçenek yoktu. Biz kabul etmedik. Manzara gerçekten güzel ve görülmeye değer. Camsız manzara mutlaka daha güzeldir ama ilave ücrete değer mi kişiye göre değişir.
LUNAPARK :
Şehrin karşı yakasında (kuzeyinde), feribotla geçilen Lunapark ilginç bir noktaya kurulmuş. Lunaparkın kendisiyle değil ama manzarası ile ilgilenmemek olanaksız
HYDE PARK : CBD de denilen şehrin merkezinde çok güzel bir park var; Hyde Park.
Şehrin merkezinde bu ikinci park. Yukarıda Botanik Bahçesi’nden bahsetmiştik. O da şehrin merkezinde bir vaha. Hyde Park daha küçük boyutlarda bir nefes alma alanı. Parkın bir kenarında Saint Mary Katedrali var ki görüntüsü muazzam. Diğer tarafta Anzac Memorial anıt müzesi var. Her ikisini de göstermeden önce Avustralya’da yaşadığımız güzel bir sürpriz buluşmadan bahsedelim. Kaan Sekban’ı tanıyanlar bilir. Biz de sevenlerdeniz. İzmir’de gösterisine de gitmiştik. Tesadüfen aynı tarihlerde Sidney’deydik. İnstagramdan Türk takipçilerini Hyde Park’ta buluşmaya çağırdı. Sohbet var, muhabbet var, e durur muyuz, tabii ki gittik. 2 satten fazla çok güzel bir söyleşi oldu. Bir çok Türk arkadaşı da orada görme ve tanışma fırsatı oldu.
Hyde Park fotoğrafları ile devam edelim;
Parkın kenarında estetik bina Saint Mary Katedrali;
ANZAC MEMORIAL (ANZAK ANIT MÜZESİ) : Parkın içindeki Ancak Memorial ise şavaşta ölen askerler anısına düzenlenen bir anıt müze. ANZAC (Australia and New Zeland Army Corps), bildiğiniz gibi Avustralya ve Yeniz Zelanda Ordu Birliği anlamına gelen kısaltma. 1915’te Çanakkale’ye gelen ANZAK birlikleri için de anma ibareleri var her yerde.
Hyde Park’ın en güzel yönlerinden biri, içinde Atatürk kitabesini de barındırmasıdır. Tüm uygar toplumların gönlüne taht kurmuş olan Atatürk, en güzel sözlerinden biriyle anılmaktadır bu parkta. Tam da olması gereken yerde; Anzac anıt-müzesinin yanında;
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar. Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar. Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır”. Mustafa Kemal Atatürk, 1934
Evet, 1. bölümde size Sidney’in merkezini anlattık. 2. Bölümde merkezin dışına çıkacağız. Darling Harbour, Balık Pazarı (Fish Market), Sanat Galerisi, Cockatoo Adası, Türk mahallesi Auburn, Plajlar, Double Bay, Rose Bay, Rushcutter Bay, Türk restoran ve dükkanları, Palm Beach, Parramatta Nehri, yeni yıl kutlamaları ve daha neler neler… 2. bölümde olacak.