İSRAİL 2. BÖLÜM – MASADA ANTİK KENTİ, ÖLÜ DENİZ, KUMRAN VE ERİHA (22 Kasım 2016)
33 mins read

İSRAİL 2. BÖLÜM – MASADA ANTİK KENTİ, ÖLÜ DENİZ, KUMRAN VE ERİHA (22 Kasım 2016)

GÜNLÜK PROGRAMIMIZ OLDUKÇA YOĞUN

Sabah kahvaltısının ardından valizlerimizle otelden ayrılıp otobüsümüze yerleşiyoruz. Otobüste rehberimiz günlük programı anlatıyor. Rehberimiz derken, bu gezide rehber yönünden çok şanslıydık. Yazılarımızda reklam olarak algılanmaması için tur şirketinin ismini ve rehber ismini vermediğimizi okurlarımız bilirler. İsteyen okurlarımız mesajla özel olarak sorabiliyor ve isimleri soranlara veriyoruz. Tur şirketimizin sahibi aslında deneyimli bir rehber ve bizimle birlikteydi. Ayrıca hepimizin ağabeyi olan en deneyimli rehberimiz yol boyunca sürekli Fransızcadan tercüme ile bizlere yardımcı oldu. Bir de İsrail’de bize katılan yerel rehberimiz vardı. Tabii ekibin kültür katsayısı muazzam. Gezi boyunca Fransızcadan girilip Farsça, Osmanlıca, Arapça, İngilizce, Almanca ve İbranice’den çıkarak çok dilli bir tur yaptık. Akşamları otellerin toplantı salonlarında rehberlerimizin bize yaptığı sunumlarla çok şey öğrendik. Kültürel yönden oldukça zengin bir gezi yaşadık.

Yerel rehberimiz çok ilginç bir kişilikti. Aslen İngiliz. Bir yahudiyle evli ve Kudüs’e yerleşmiş. Yaklaşık 50 yaşlarında ve 25 yıldır İsrail’de yaşıyor. Koyu bir Hıristiyan. İngilizce yerine Fransızca konuşmayı tercih ediyor. Türk rehberlerimizin Franszıcası da mükemmel. Saint-Joseph ve Galatasaray mezunu rehberlerimiz İngilizce yerine Fransızca tercümeyi yeğliyorlar zaten.

Tüm gezi boyunca yerel rehberimizin Fransızca anlattıkları bize çok güzel bir dille tercüme edildi. En son 3 yıl önceki Fransa gezimizden beri unutmaya başladığım Fransızcada kulaklarımın pasının silinmesinden son derece memnunum.

Bugünkü programda Masada Antik Kenti, Ölü Deniz (Lut Gölü), Kumran ve Eriha (Jericho) var. Gece Eriha’da kalacağız. Eriha Filistin bölgesinde. Aslında Masada Antik Kenti dışında gezimizin büyük bölümü Filistin bölgesinde olacak.

Kudüs’ten çıktıktan sonra doğuya doğru gitmeye başlıyoruz. Ölü Deniz kıyısına vardığımızda yol güneye dönüyor. Tüm Ölü Deniz boyunca güneye iniyoruz. Burası kilometrelerce çöl. Judea Çölü.

ÖLÜ DENİZ DÜNYANIN EN ÇUKUR YERİ

Çölde giderken karşımıza bir levha çıkıyor; deniz kotundan 250 metre aşağıda olduğumuzu gösteriyor. Evet, gittikçe daha da çukura doğru gidiyoruz. Ölü Deniz deniz seviyesinden 422 metre alçakmış. Dünyanın en çukur yeri imiş.

dsc01499
DENİZ SEVYESİ 250 METRE YUKARIDA

Ölü Deniz’in bitimine yaklaşırken çölün ortasında 600 metre yüksekliğinde bir tepe sapsarı ve üzeri dümdüz karşımızda. Sanki özel olarak yapılmış gibi. Burası Masada Antik Kenti.

MASADA ANTİK KENTİ: MİSTİK ÖLÜLER DİYARI YA DA KENDİNİ YOK EDEN HALK

M.S. 70 yılının bu coğrafya için öneminden ilk bölümdeki yazımızda bahsetmiştik. Roma İmparatorluğu, isyan eden Filistin halklarına büyük bir ders vermek amacıyla önemli bir kuvvetle gelir. Kudüs yıkılır. Anlattığımız gibi Süleyman Mabedi yani Yahudilerin büyük tapınağı yerle bir edilir. Kudüs’te taş taş üzerinde bırakmazlar. Ardından Romalılar diğer kentlere yönelirler. Masada’da yaklaşık 1000 kişilik bir Yahudi toplumu yaşamaktadır. Yıllarca barış ve huzur içinde yaşayan bu toplum, Masada’nın coğrafi özellikleri sayesinde işgale uğramamıştır. Masada’yı bilmeyen orada insan yaşadığına inanmaz. Çölün ortasında üzeri düz bir dağdır burası. Ahali hiç dağdan inmeden kendi yaşamlarını idame ettirecek düzeni kurmuştur tepede. Kimseyle bir düşmanlıkları olmamıştır. Fethedilince de büyük bir ganimet olmadığından kimse zaiyat vererek burayı fethetmeye kalkışmamıştır. Ta ki Kudüs’ü yerle bir eden Romalılar, burada yaşayan halkın yahudi olduğunu öğrenene kadar…

Romalıların kuşatması 3 yıl sürmüş. Direnmişler 3 yıl boyunca. Romalılar, teslim olmazsanız hepinizi kılıçtan geçireceğiz diye haber yolluyorlarmış. 3 yıl sonra Romalılara büyük bir destek birliği de katılmak için yola çıkmış. Masadalılar artık yolun sonuna geldiklerini anlamışlar. Ya onursuzca teslim olacaklar ya da çarpışarak ölecekler. Bu noktada kentin bilgeleri toplu ölümü teklif etmiş. Fakat Yahudilikte intihar çok büyük bir günah. İntihar etmek yerine birbirlerini vurmaya karar vermişler. Kur’a çekmişler ve en sona kalan bir kişi tüm günahı üstlenip intihar edecekmiş. Jospheus’a çıkmış kur’a. Matematikteki J sayısının buradan geldiği söylenir. Dedikleri gibi yapmışlar. Önce kadınlar ve çocukları öldürmüşler. Sonra erkekler birbirlerini öldürmeye başlamışlar. En sona kalan Jospheus da intihar etmiş. Tam 960 kişinin öldüğü söyleniyor Masada’da. Tesadüfen 2 kadın ve 5 çocuk hayatta kalmış. Tüm yaşananlar sağ kalanların tanıklığı sayesinde öğrenilmiş. Bir daha da kimse yaşamamış bu kentte. 2000 yıl önceki bu kent “Mistik Ölüler Diyarı” olarak tarihe kazınmış. “Kendini Yok Eden Halk” olarak da tanımlanabilir bu ürkütücü hikaye.

Antik kenti gezerken, halen sapasağlam duran, yaşanmış evler, caddeler, tapınaklar, sarnıçlar, çarşılar insanı derin bir hüzne sürüklüyor. Burada hayat 70’li yıllarda durmuş. Doğanın ağır tahribatı olmasa birçok yer son günkü haliyle karşımızda olacak. Çok etkileyici ve bir o kadar da ürkütücü bir yer Masada. Unesco Dünya Mirası olduğunu da hatırlatalım.

TELEFERİKLE ÇIKIŞ VE İNİŞ ÇOK RAHAT

Masada’ya, giriş katında bulunan müze ve satış mağazasının yanından kalkan teleferikle çıkılıp inilebiliyor. İsteyenler için yürüyüş yolları da var. Teleferikle çıkıp yürüyerek inen epey bir kalabalık var. Biz yürüyüş yolunda bir güzellik göremedik. Ölü Deniz manzarası var tabii ama en güzeli zaten yukarıda seyrediliyor. İnişte toz toprak bir yoldan, hele biraz rüzgâr da varsa o tozu yutarak yürümenin hiçbir keyfi olmasa gerek. Küçük bir bilgi; Masada’nın anlamı İbranice “kale” demekmiş. Önemli bir not; mutlaka şapka ve güneş gözlüğü kullanın. Güneş çöl sarısında çok daha fazla yansıma yapıp etkisini arttırıyor. Kasım aynın sonlarında olmasına rağmen güneş çok yakıcıydı. Yazın ısının 50 derecelere vardığı söyleniyor.

ÖLÜ DENİZ (LUT GÖLÜ)

Yol boyunca kenarından geçtiğimiz Ölü Deniz’e şimdi girmeye gidiyoruz. Ölü deniz’e sadece biz Türkler Lut Gölü diyormuşuz. Bu topraklarda yaşayan Lut Kavmi’ne ithafen bu isim verilmiş. Bizim dışımızdaki herkes “Dead Sea” yani “Ölü Deniz” ismini kullanıyor. Çok eski zamanlarda burası denizmiş. Sonradan göle dönüşmüş. Gölün ortasından farazi bir sınır geçiyor. Doğu tarafı Ürdün’e ait. Batı tarafı İsrail’in. Eksi 422 metre ile dünyanın en çukur yerindeyiz.

ÖLÜ DENİZ TUZU BİLDİĞİMİZ SOFRA TUZU DEĞİL

Göl zamanla küçülmüş. Gölün güney tarafı artık ince bir kanal ile ayrılmış. Burada çökeltme havuzları var. Çok ciddi bir tuz üretimi yapılıyor. Bu tuzun faydalı olduğuna inanıldığı için sofralık tuz değil, kozmetik sektörü için üretim yapılıyor. Küvete konulan tuz, cilde sürülen tuz, saça sürülen tuz, kremi yapılan tuz, rengarenk paketlerde satışa sunuluyor. Tamamen bir pazarlama başarısı. Faydalı olduğuna dair bilimsel hiçbir çalışma yok. İçeriğinde magnezyum, sülfür, kalsiyum ve potasyum olduğu için faydalıymış. İyi de, bu maddelerin bütün ciltlere, her durumda faydalı olma olasılığı, zararlı olma olasılığından daha fazla değil. Hangi tür ciltlere nasıl kullanılması lazım? Dermatolojik bir kaynak yok bunu açıklayan. Buna rağmen yüksek fiyatlara peynir ekmek gibi satılıyor.

ÖLÜ DENİZ’E GİRERKEN DİKKAT

Ölü Deniz kıyısında güzel bir restorana geliyoruz. Yemekten sonra isteyenler göle girecek. Rehberimiz tarafından uyarılıyoruz. Göle girerken kafanızı kesinlikle suya sokmayın. Peki nasıl yüzeceğiz? Yüzmeyeceksiniz. Sadece suya girip yatacaksınız. Daha doğrusu göl suyu sizi kaldıracak ve suyun üstünde isterseniz gazetenizi bile okuyabileceksiniz. Göl %33 tuzluluk oranına sahip olduğundan gözünüze geldiğinde yakabilir. Bu durumda hemen tatlı suyla çalkalanması gerekiyor. Dünyanın en tuzlu 3. gölüymüş. Tuz sizi suyun üstünde tutuyor. Gölde hiçbir canlı yaşamıyor. Bu yüzden “ölü” deniz.

Restoranın plajı güzel. Plajda gölün çamuru rağbette. Çamuru her yerine sürüp şifa arayanlar siyahi hale dönüşmekten çok mutlular. Yüzme keyfi olmadığından biz kıyıdan suya girenleri izliyoruz.

“KİBUTZ”LAR ÖNEMLİ BİR SOSYOLOJİK GERÇEK

Sırada Kumran var. Kumran yazıtları önemli. Fakat Kumran’a giderken, yol boyunca hurma çiftliklerinden geçiyoruz. Çölün içinde devasa hurma ormanları çok dikkat çekici. Rehberimiz bunların her birinin birer “Kibutz” olduğunu söylüyor. Kibutzların nasıl ortaya çıktığı ve yaygınlaştığı, halen kullanılmakta olan bu sistemin başarısının altında yatan temellerin ne olduğunu irdelemekte fayda var.

Yahudiler Filistin topraklarına 1850’den sonra göçmeye başlıyorlar. En büyük göç Rusya’dan olmakla birlikte Avrupa’dan da yoğun göç oluyor. O tarihlerde Filistin Osmanlı İmparatorluğu’na ait. Osmanlı göçlere ses çıkartmamakla birlikte Yahudilerin toplu olarak Filistin’de bulunmasına da pek sıcak bakmıyor ve değişik bölgelere dağıtmak istiyor.

TEODOR HERZL İLE 2. ABDÜLHAMİT GÖRÜŞMELERİ

Politik siyonizmin kurucusu olarak kabul edilen Teodor Herzl, bir Yahudi devleti kurulmasının en önemli fikir babalarından biriydi. 1896 yılında yayınladığı “Yahudi Devleti” isimli kitap çok ses getirmişti. Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması için Sultan 2. Abdülhamit’e, soylu yakınları vasıtasıyla haberler göndermiş ancak olumlu bir cevap alamamıştı. Bunun üzerine 2. Abdülhamit’le bizzat görüşmek için bütün olanakları zorladı. Kaynaklara göre tam dört görüşme gerçekleştirmiş. 1896, 1898, 1901 ve 1902 yıllarında yapılan bu görüşmelerde neler konuşulduğunu Teodor Herzl’in diğer devletlerin yetkililerine yazdığı mektuplardan öğreniyoruz. İlk görüşmesinde Filistin’de bir eyalet talebinde bulunuyor. Filistin’e sıcak bakmayan 2. Abdülhamit ise kuzey Irak bölgesini öneriyor. Bunun üzerine T. Herzl siyonizm kongresini topluyor teklifi enine boyuna değerlendiriyorlar. Kongreden red kararı çıkıyor. O tarihlerde Osmanlı büyük borçlar altına girmiş. Borçların idaresi için Düyun-u Umumiye kurulmuş. Kapitülasyonlar ile alacaklı devletlere birçok imtiyaz tanınmış ve devlet gelirleri iç ve dış alacaklılara paylaştırılmış. Devletin kasası tam takır kuru bakır haline gelmiş. İngiltere’ye 200 milyon Sterlin, diğer devletlere 75 milyon altın borcun olduğu bir ortamda Teodor Herzl, İngiltere’nin desteğini alarak ve Rothschild ailesiyle de birlikte davranarak, Filistin’de kurulacak Yahudi devleti karşılığında borcun büyük bölümünün kapatılmasını teklif etmiş. Resmi kaynaklarda 2. Abdülhamit’in bu teklifi reddettiği, “kanla kazanılmış topraklar para ile satılamaz” diyerek Teodor Herzl’i kovduğunu yazmaktadır. Ancak o dönemde, Yahudi devleti kurulmasa da Yahudilere önemli miktarlarda toprak satışı yapıldığını tapu kayıtlarından saptamak mümkündür. Osmanlı’nın borçlarının da Düyun-u Umumiye kayıtlarına göre 1902 yılından sonra bir anda yarı yarıya azaldığı bir gerçektir. O tarihte başka bir toplu para girişi olmadığına göre, 2. Abdülhamit’in devlet kurulmasına izin vermediği, ancak toprak satışına da hayır demediği anlaşılmaktadır. Teodor Herzl’i kovduğu ise tamamen bir uydurmadır. Nitekim, 1902 yılındaki görüşmesinden sonra Teodor Herzl’in yazdığı mektuplarda ne kadar mutlu olduğu, 2. Abdülhamit’i satışa ikna etmekten dolayı önemli bir işin başarıldığını diğer devlet yetkililerine ve Siyonist kongre yöneticilerine aktardığını tarihçiler yazmaktadır.

İşte, Teodor Herzl’in 2. Abdülhamit ile görüşmelerinden sonra büyük miktarlarda (her biri 200-800 hektar büyüklüğünde) satın alınan bu topraklara yerleştirilen göçmenler, kibutzların kurulmasını sağlamış. İlk kibutz 1909 yılında kurulmuş. Önceleri sadece tarım ve hayvancılık alanlarında kurulan kibutzlar bugün sanayi kuruluşlarının da sahibi olmuş.

PEKİ NEDİR KİBUTZ ?

Kibutz, kısaca ortak yaşam alanlarıdır. 200 ilâ (günümüzde) 1000 kişilik nüfusları olabilir. Toprak devlet tarafından tahsis edilir. 1909-1948 yılları arasında uluslararası Yahudi cemaatince toplanan paralarla satın alınan, 1948 yılından sonra İsrail Devleti tarafından tahsis edilen topraklar üzerinde kibutzlar kurulmuştur. Kibutzlarda mülkiyet yoktur. Komünal bir yaşam vardır. Sosyalist bir düşünce ile oluşturulan ilk komünist yaşam biçimi deneyleridir. Üretim birlikte yapılır. Herkes bizzat çalışır. Okullar, kreşler, yemekhaneler, parklar, hastaneler, spor alanları, yani tüm sosyal üniteler ortaklaşa yapılır ve yürütülür. Kibutzlarda para geçmez. Herkes üretimden elde edilen kazançtan ihtiyacı kadarını alır. Kibutz’da lise yoksa, öğrenciler kibutzun servis aracıyla liseye gönderilir ve tüm masrafları kibutz tarafından karşılanır. Başarılı öğrenciler yine kibutz tarafından üniversiteye gönderilir. Kibutz büyük bir ailedir.

NECATİ CUMALI’DAN KİBUTZLARI OKUYALIM

Necati Cumalı, eşinin Tel-Aviv Türk Büyükelçiliği’ndeki görevi nedeniyle 1963-1964  yıllarında İsrail’de yaşar. Bu sayede İsrail’i, kültürünü, insanlarını ve kibutzları yakından tanır. Birçok kibutzu gezer. 1. basımı 1979 yılında yapılan Yakubun Koyunları (Tekin Yayınevi) kitabında İsrail anılarını anlatır. Kibutzlarla ilgili bölüme başlamadan önce İsrail Devleti’nin kuruluş felsefesini anlatır. İsrail’in aslında bir din devleti olarak kurulduğuna dikkat çeker. Kuruluş hamuru olan kibutzlar ise komünist bir yaşam biçimini savunur. Bu iki birbirine aykırı oluşum nasıl birbirini yok etmeye çalışmaz ? Düşünün ki bu iki olgu halen devam edegelmektedir. İsrail halen inkâr edilemeyecek bir din devletidir, ama nüfusun %3’ü komünist yaşam biçimini idame ettiren kibutzlarda yaşamaktadır.

Necati Cumalı’nın kitabının 38. sayfasından okuyalım bu ilginç oluşumları; “Evlenmeler dinsel törenlerle yapılırdı. Yahudi dininden olmayanla evlenmeyi din yasaklamıştı. İsrail ulusal futbol santraforu, iyi bir iş bularak Sidney’e gitmişti o ara. Ulusal maçlara çağırılıyor, o da çağrılara uyarak geliyor takımdaki yerini alıyordu. Bütün İsrail’in taptığı bir futbolcuydu. Bizim İsrail’e gelmemizden az sonra delikanlının Avusturalyalı bir kıza aşık olduğu, evlendikleri duyuldu. Kız yahudi değildi. Sinagog, gencin boykot edilmesini kararlaştırdı. Olay günlerce İsrail basınının konusu oldu. Sinagogun kararı kesindi. Delikanlı İsrail vatandaşlığından çıkartıldı.

         Kibutzlar kırıyorlardı bu sert kuralları. Drahoma yoktu kibutzlarda. Komünistlerin kurduğu kibutzlara Araplar da üye olabiliyorlardı. Bunlardan birinde, Raşid adında Arap bir delikanlı ile Donna adında yahudi bir genç kız biz oradayken evlendiler. Gençler kibutzda doğmuş büyümüş, birbirlerini çocukluklarından başlayarak sevmişlerdi. Evlenmelerinde dinsel tören istemediler. Kibutz yönetim kurulu kıydı nikâhlarını. Sinagog ister istemez seyirci kaldı olaya.

         Ne tuhaf! İsraillileri birleştiren etkenin din olduğunu söylemelerine karşılık çoğu komünistlerin ya da sosyalistlerin yönetimindeki kibutzlar, dinin yasaklarına kapamışlardı kapılarını. Tevrat, boş inançlarla ilgili sayfaları çıkartılarak, güzel bir öyküler kitabı gibi okutuluyordu bu kibutzlardaki çocuklara. Buna karşılık İsrail’in yapısındaki en sağlam kuruluşlar yine kibutzlardı.

         Kibutz, İsrail’e özgü bir kuruluş. Kitaplarda yazılı komünizmin uygulandığı tek kuruluşları belki de dünyanın. Ortalama 600-700 hektarlık topraklar üzerinde, 200-300 üyeli birlikler. Kibutzlarda para geçersiz.

         (1943’te kurulmuş, Ramat Haşofed isimli, 20 yıllık genç bir kibutzu, yöneticisi Şlomo gezdiriyor Necati Cumalı ve eşine…) Kibutzun ağıllarına doğru yürüdük. 500 kişilik tribünü olan, gece karşılaşmaları için ışıklandırılmış bir basketbol alanı önünden geçtik. Koyunların ağılı küçük bir bayırın sırtındaydı. Ağılda 300 kadar koyun vardı. Tümü, ayakları kahverengi sekili, kalakları kahverengi akıtmalı davarlardı. İki kişi çayırdan biçilmiş yeşil ot dolu dört tekerlekli bir arabayı boşaltıyorlardı ağıla. Sonra ineklerin ağılına uğradık. 60 inekleri vardı. İri Hollanda cinsi sağmallardı. Günde 42-45 kg. arası süt verirlerdi. Yemliklere yeşil ot demetleri yığılmıştı. Temmuz ayındaydık. Yayılmaya çıkarmıyorlardı sıcaklarda hayvanlarını.

         Başka bir bölümde 40 kadar buzağı, bir başka bölümde de bir o kadar dana gördük. Ağıllardan ayrıldık. Kümeslere doğru ilerledik… Kümesler bölme bölme yapılmıştı. 15000 tavuk besliyorlardı. Kümeslerden ayrıldık. Kibutzun yerleşme merkezine doğru yürüdük. Bu kez yüzme havuzunun yanından geçtik. Havuz boştu. Orta yaşlı dinç bir erkek, yanında ortaokul çağında iki-üç çocukla birlikte yüzme havuzunu temizliyordu. Bir süre havuzun başında durduk. Şlomo, adamla, çocuklarla konuştu. Havuzun başından ayrılırken “Akşama doğru suyunu verecekler, dedi, kalırsanız yüzersiniz…”

         Okuma salonuna uğradık. Salonda yeşil çuha örtülü yirmi kadar masa vardı. Duvarlarda kuruluş yıllarından başlayarak kibutzun değişik aşamalarda çekilmiş fotoğrafları asılıydı. Şlomo, bir fotoğrafın önüne götürdü bizi. “1943” dedi. “Ramat Haşofed bize böyle verildi”. Çıplak bir tepe. Çalısından çırpısından arınmış. Toprağın üstü yumruk büyüklüğünde taşlarla dolu henüz. Çıplak, çırılçıplak, tek ağaçsız bir tepe. Başka bir fotoğrafın önünde durduk. O çıplaklık ortasında kurulmuş, ordu tipi, beyaz konik çadırlar. Çadırlardan birinin önünde genç bir adamla karısı… “Bu ben, yanımdaki de karım” dedi Şlomo.

         Daha sonra kibutzun yeşeren yüzünün, yükselen yapıların fotoğrafları…

         Çimenlerle örtülü yeşil alanlar arasındaki asfalt yaya yollarından ilerleyerek kibutzun kulübünü, tiyatro salonunu, gençlik otelini, 7000 KW gücünde jeneratörünün bulunduğu elektrik santralini gezdik. Jeneratörleri komşu bir kibutzla birlikte ortak kurulmuştu. Devletten aldıkları elektrik kesilecek olursa işlerin aksamaması için devreye giriyordu. Santralden sonra kutu fabrikasına uğradık. Tarım makineleştirilmişti. Hayvan bakımı çok zaman almıyordu. Gördüğümüz gibi, tavukların bakımı ile tatil günleri bir kişi, öbür günlerde ise iki kişi görevliydi. Sağmallar makine ile sağılırdı. Yemlerin verilmesi, ağılların temizlenmesi de hep ikişer kişilik işlerdi günde. Tarımdan, hayvan bakımından artan emek gücünü değerlendirmek için kurmuşlardı fabrikayı. Kibutzun 230 üyesi vardı. Okuyan çocuklara okul günlerinde iş vermezlerdi. Tatillerde ise yaşlarına göre günde bir saatten dört saate kadar iş verdikleri olurdu. Fabrikada günde ortalama 120 kişi çalışırdı. Yaptıkları şeyi meyve sebze ulaşımında kullanılan basit kutulardı. Kibutzlar arasında işler planlanmıştı. Onlara da bu kutu üretimi düşmüştü. İsrail’in dört bir yanında domates, salatalık, elma, armut, şeftali gibi ürünlerin ulaşımına yarayan kutuları onlar yapıyorlardı. Narenciye kutularını yapmak başka bir kibutzun işiydi.

         Sonra doğum yerini, kreşi, ilkokulu gezdik. Doğan çocuklar doğum evinde kalırlardı. Anneleri, doğumdan sonra, gereği kadar bakılır, taburcu edilirdi. Çocuk bakımını bir uzmanlık işi olarak anlıyorlardı. Ayrı bir uğraştı. Annelerin kibutzdaki işine dönmesi kibutzun yararınaydı. Doğum evinde, kreşlerde görevli özel bakıcılar büyütürlerdi çocukları. Çocuk kundaktan çıktığı dönemde ayrı bir bölüme, koşup yürümeye başladığı dönemde ayrı bir bölüme, anaokuluna, ilkokula başladığı dönemde ayrı bölümlere alınırdı. Bu bölümleri ayrı ayrı gezdik. Tümü tek çatı altında toplanmıştı. Yatak odaları dörder kişilikti. Altlı üstlü ranzalarda yatıyorlardı çocuklar. Duvarlar renkli fotoğraflarla süslüydü. Oyun odaları oyuncaklar, okuma odaları ders araçları ile doluydu.

         Doğum evi, kibutzluların yaşadıkları evlere karşı düşüyordu. Çocuklar anaları ile babalarından yüz metre kadar uzakta oturuyorlardı böylelikle. Bu eğitimin çocuğu ana kuzusu olmaktan çıkardığını söylüyordu Şlomo. Çocuk daha emeklemeye başlarken kendi kendisini yönetmesini öğreniyordu. Çocuklar yalnız tatil günleri öğleden sonra bir iki saatlerini anneleri babaları ile birlikte geçirirlerdi. Kibutz mutfağında anneler çocuklarına pastalar, kekler, çörekler hazırlardı bu buluşmalar için.

         (Şlomo, evlerini gezdirir. Evler 16 m²’dir. Yeni evler inşa halindedir ve 45 m² olacaktır.) Şlomo: “Doğrusu şimdi oturduğumuz bu evler yetiyordu bize. Çünkü çocukların kalacak yerleri var. Yemek salonumuzu gördünüz. Yemeği hep birlikte orada yeriz. Kulübümüz, okuma salonumuz var. Ev sadece yatıp kalkmamıza, canımız istedikçe yalnız kalmamıza yarıyor. Ama paramız var. Yirmi yıl önce çadırlarda oturarak yerleşmiştik buraya. Sonra bu gördüğünüz evlere geçtik. Şimdi niye daha rahat edeceğimiz evlere geçmeyelim?” dedi.

         Kibutzlarda yılda onbeşer günlük tatil hakkı tanınmıştı üyelere. Çocuklarıyla birlikte geçirebiliyorlardı tatillerini. Onlar da bu yıl iki kızlarıyla birlikte deniz kıyısında Natanya’da geçirmişlerdi tatillerini. Kibutz otel giderlerini, yemek giderlerini karşılıyor, ayrıca da kendileri için 150 şer (50 dolar) çocukları için de 75 şer İsrail Lirası cep harçlığı ödüyordu. Henüz gençti kibutzları. Ancak bu kadarını sağlayabilirdi üyelerine. Daha eski, daha eski olduğu için daha zengin kibutzlarda ise artıyordu tatil hakkı. Örneğin Teberiad Gölü kıyısında, Rusya’dan gelen Yahudilerin kurduğu seksen yıllık (? 1909 yılında kurulan ilk kibutz budur. Seksen yıllık olması olanaksız olup, 1963 yılında 54 yıllık olabilir.) Deganya kibutzunda yılda 45 gündü tatil hakkı. Kibutz, Avrupa gezisine yolluyordu üyelerini tatilde.

         Üç kibutzun ortak bir ortaokulu vardı. Ortaokulu bitiren çocukları üç kibutzun ortak otobüsü Tel-Aviv’e liseye götürüp getirirdi. Liseden sonra çocukların okuyup okumamasını kibutz yönetim kurulu kararlaştırırdı. İyi okuyan çocukların üniversiteye devam etmek hakkıydı. Yirmi yaşını dolduran çocuklar kibutzda kalıp kalmamakta özgürdüler. İsteyen kibutzdan ayrılabilirdi. Ayrılanlara kibutzda bıraktıkları ortaklık haklarına karşılık para ödeniyordu.

         Üst baş gereksinmeleri, çocukların bisiklet gibi araçları, okul malzemesi alımına kibutz yönetim kurulunda karar verilirdi. Kibutzun kültür temsilcisi vardı. Tel-Aviv’de, Hayfa’da tiyatro, konser anlaşmaları yapardı. Haftada bir gece kibutz tiyatro salonunda ya temsil ya da konser vardı.

         Ayrılmadan önce küçük bir gezinti daha yaptık kibutzda. Dışarıdan gelenlerin kaldığı gençlik otelini gördük. Yurt dışından ya da İsrail’in büyük kentlerinden gelen gençler kalırlardı bu otelde. Otel, yeme içmelerinin karşılığını günde dört saat çalışarak öderlerdi.

         Kibutzlar, bütün üretim güçleri seferber edilmiş, tüketimleri ise denetim altına alınmış küçük birer devlet gibiydiler. Günden güne zenginleşmeleri olağandı.”

MOŞAVLAR FARKLI BİR OLUŞUM

Kibutzlara benzeyen bir de “Moşav”lar var İsrail’de. Moşavlarda kibutzlardan farklı olarak toprakta özel mülkiyet vardır. Her aileye eşit miktarda torak dağıtılır ve ekip biçmesine yardımcı olunur. Ürün birlikte toplanır ve satılır. Kooperatif benzeri bir yapıdır. Yaşam yine birlikte yürütülür. Toprağa bağlı bir yaşam vardır. Sanayi kuruluşu işletmezler. Tarım makinelerinin artmasıyla moşavlarda işsizlik baş göstermiş, sanayi kuruluşu kurmadıklarından bu konuyu halledememişler ve kısır kalmıştır.

GÜNÜMÜZDE KİBUTZLAR

Günümüzde kibutzlarda İsrail nüfusunun %3’ü yaşamaktadır. Tarımdan daha fazla sanayi kuruluşu işletmeleri olmaya başlamış. Özellikle son 20 yılda kurulanlar elektronik sanayine yönelmiş ve çok başarılı olmuşlar. Eski kibutzlar üyelerine oldukça refah içinde bir yaşam sürmelerini sağlıyormuş. Eğer sosyoloji okusaydım, araştırma konusu olarak kibutzları seçerdim. Dünyada kapitalizmin ve küresel sermayenin bu kadar geliştiği, globalleştiği bir dünyada yaşayan ve direnen komünizm kırıntıları önemli bir olgu bence.

KUMRAN YAZITLARI (ÖLÜ DENİZ PARŞÖMENLERİ)

Kibutzların önünden geçerek Kumran Vadisi’ne doğru ilerliyor otobüsümüz. Kumran antik bir kent olarak bulunan yazıtları ile ünlenmiş. 1947 yılında, kaybolan keçisini arayan bir bedevinin, tesadüfen girdiği mağarada bulunan yazıtlar dünyanın en önemli arkeolojik keşfi olmuş.

Eriha kentine 13 km. mesafedeki Kumran antik şehrinde, 17 değişik mağarada, testilerin içinde deri ile kaplı olduğu için 1900 yıldır bozulmadan kalan parşömen yazıtlar sanki ilk günkü gibi bulunur. Yazıtlar İbranice ve artık kullanılmayan Aramice dillerindedir.

Bu yazıtlardan tam 500 kitap yazılır. Bu yazıtlar, M.S. 68 yılına tarihlenir. Zaten bu yılın önemini artık biliyorsunuz. M.S. 68-70 yıllarında, isyan eden yahudilere ceza vermek için, bölge Romalılar tarafından büyük yıkımlarla ele geçirilir. Bu yazıtlar da büyük ihtimalle işgalden önce saklanmış, sonraki kuşaklara uygarlıklarını iletebilmek için kullanılmıştır. Yazıtlarda eski ahite dair çok önemli bulgular elde edilmiştir.

Bu yazıtlar, aynı zamanda, o tarihte Kumran’da yaşayan Essenileri de tarih sahnesinde bilinir kılmıştır. Esseniler kapalı bir Yahudi toplumudur. O tarihteki üç tarikattan biridir (diğerleri Farısiler ve Saddukiler). Para kullanmazlar. Kişisel mülk yoktur ve birlikte yaşarlar. Yemeklerini birlikte yerler. Öfke göstermeleri yasaktır. Köle kullanmazlar. Yemin etmek ve hayvanları kurban etmek yasaktır. Bazı özellikleri kibutzlarda yaşayan toplumların ilkel hallerini çağrıştırmaktadır.

Kumran’ı gezdikten sonra artık Eriha’ya, otelimize gitme zamanı gelmişti. Bugün yaşadıklarımız ve gezdiklerimiz oldukça etkileyici ve öğreticiydi.

Yolda güzel bir restorana oturuyoruz. Tur liderimizin sürprizi Filistin rakısı yanı “arak”. Bu hoş sürprizle gecemiz oldukça keyifli geçiyor. Ne de olsa özlemişiz arakı (rakıyı). Filistin arakı hiç de fena değildi.

dsc01713
FİLİSTİN RAKISI (ARAK)

Bir sonraki yazımızda, ertesi gün gezeceğimiz Eriha, Akka ve Hayfa kentlerini anlatacağız…

3. Bölüm; ERİHA, TİBERİAS GÖLÜ, GOLAN TEPELERİ, NAZARETH (23 Kasım 2016)

4. Bölüm; AKKA: NAPOLYON’U DURDURAN OSMANLI KENTİ (24 Kasım 2016)

5. Bölüm; HAYFA, KAYSERİ, TEL AVİV VE YAFA (25 Kasım 2016)

Bir Cevap Yazın