İSRAİL (3. Bölüm) ERİHA, TİBERİAS GÖLÜ, GOLAN TEPELERİ, NAZARETH (23 Kasım 2016)
ERİHA’DAN TİBERİAS GÖLÜ VE GOLAN TEPELERİ’NE
Eriha (Jerico), Filistin’in Batı Şeria bölgesinde 20.000 nüfuslu küçük, tarihi ve yoksul bir kent. Ölü Deniz’e yakınlığı ve kuzeydeki Tiberias Gölü yolu üzerinde olması nedeniyle durak noktası olarak kullanılıyor.
Kentte Kıptilere ait tarihi bir kilise var. Ancak program yoğun. Sabah otelden eşyalarımızla ayrılıp Eriha’da başka herhangi bir yere uğramadan kuzeye, Tiberias Gölü ve meşhur Golan Tepeleri’ne doğru yol alıyoruz.
KIPTİLER
Şehirde Kıptilere ait bir kilise olduğundan bahsetmişken, bu iki arada bir derede kalmış halktan bahsetmeden olmaz. Kıptiler tam bir kader kurbanı olmuşlar. Filistinlilerin 70 yıldır yaşadıkları zulmü Kıptiler binlerce yıldır yaşayagelmişler. Peki kimdir bu Kıptiler? Bu sorunun cevabı tarihin derinliklerinde yatıyor. Milattan önce 332’ye kadar gitmemiz gerekiyor.
Makedon İmparator Büyük İskender M.Ö. 336 yılında tahta çıktıktan hemen sonra seferlere başlar. Anadolu’yu geçtikten sonra güneye iner ve Mezopotamya’yı da alarak Akdeniz boyunca fetihlerini sürdürür. M.Ö. 332’de Mısır’ı fetheder. Mısır’ın Akdeniz’deki en büyük liman kenti olacak İskenderiye’yi (Alexandria) kurar. Bu şehre kendi ismini verir ve kendisine bağlı olduğuna inandığı önemli bir nüfusu Mısır’a getirerek yerleştirir. İşte Kıptiler, İskender’in Mısır’a yerleştirdiği halktır. Ancak fethedilen yol boyunca toplanan halk olduğu için bir dil birliği yoktur. Yunan alfabesi ve dili öğretilir bu halka. Kıptilerin ilk yazılı eserleri Yunanca olmakla birlikte İskender’in Mısır’ı kaybetmesinden sonra artık Mısır’ın yerel dili ve alfabesi ile okuyup yazmaya başlarlar. Sonraki yıllarda Arapça konuşurlar ve yazarlar. Herkes de onların bir Arap kavmi olduğunu sanır. Her şey dinlerin ortaya çıkması ile karışır. Büyük baskılar altında kalırlar. Aslında doğanın en büyük güç olduğuna inanan bir inanç sistemleri vardır. Roma döneminde ağır vergilere maruz kalırlar. M.S. 46’da Hıristiyanlığı kabul ederler. Romalıların Pagan dininin baskısı altında kalırlar. Ortodoks Kilisesi tarafından kabul edilmezler. İnançları farklı bulunur. Bir kısmı Katolik olur. Ancak Vatikan da onların Katolikliğini kabul etmez. Hiçbir dine ve tarikata yaranamayan Kıptiler yine de kendi kiliselerini devam ettirirler. Araplar zamanında biraz rahata kavuşurlar. Osmanlı zamanında Kavalalı Mehmet Ali Paşa sayesinde devlette önemli kademelere gelirler. Fakat Osmanlı’nın bölgeden çekilmesinden sonra başlayan ulusçuluk akımları ve radikal islam zor yılların başlangıcı olur. Şu anda 15 milyonu Mısır’da olmak üzere Dünya’ya yayılmış 20 milyon Kıpti nüfusu olduğu tahmin edilmektedir. Bağımsız Kıpti Katolik Kilisesi ve İskenderiye’de bulunan bağımsız Kıpti Ortodoks kilisesi faaliyetlerine devam etmektedir. Kudüs’te de her iki tarikatın kilisesi ve cemaati bulunmaktadır.
İşte bu kadim toplum, tarihi kent Eriha’da da yaşamış ve zamanında burada kiliseler inşa etmişler. Tarihte bu kadar zulüm gören toplumlardan birisi de “Ezidiler”dir. Geçmişteki Zerdüştlük günümüzde Yezidi veya Ezidi inancına dönüşmüştür. Bu toplumu da İran yazımızda anlatacağız.
Eriha’dan fotoğraflar eşliğinde, kuzeye Tiberias Gölü’ne devam ediyoruz.
TİBERİAS GÖLÜ
Tiberias Gölü’nün ismi bol. Biz Taberiye Gölü diyormuşuz. Ama aynı zamanda Celile Gölü de deniyor. Yani İngilizcede Galilee Gölü. İbranicede Gennaseret veya Kinneret. Aslında “Tiberias”, gölün kıyısındaki kentin adı. İkinci Roma imparatoru Tiberius koymuş bu ismi. Museviliğin 4 kutsal kentinden biriymiş. Diğerleri; Kudüs, Safed (Kabala tarikatının merkezi) ve Hebron’dur. Hebron, yani El Halil aslında Filistin sınırları içinde olmasına rağmen İsrail işgali altındadır.
Tiberias (Celile) Gölü bir tatlı su gölü. İsrail’in su ihtiyacının büyük bölümü buradan karşılanıyormuş. Tiberias kenti gölün batı yakasında bulunuyor. Tam karşısında, gölün doğu yakasında Ein Gev limanından kalkan teknelerle bir gezi yapıp çevresini de keşfetmiş olduk. Tiberias Gölü deniz seviyesinden 209 metre aşağıdaymış. Dünyanın en alçak tatlı su gölüymüş. İşte fotoğraflar.;
GOLAN TEPELERİ
Ein Gev Limanı’ndan ayrılıp, Tiberias Gölü’nün kuzeyinden Golan Tepeleri’nin kenarından geçerek Gölün kuzey batısında bulunan Capernaum antik kentine doğru ilerledik. Golan Tepeleri, biliyorsunuz, İsrail’in işgali altında bulunan Suriye’ye ait dağlık kesim. İsrail, 1967 Arap-İsrail savaşı sırasında işgal ettiği bu tepeleri 1981 yılında tek taraflı ilhak etmiş ama Suriye tabii ki kendi toprağı olduğu iddiasından vazgeçmiş değil. Golan tepeleri halen askeri bölge ve giriş yasak. Yol kenarından itibaren tel örgülerle çevrilmiş vaziyette ve hiçbir canlının girişine izin verilmiyormuş. Sadece nöbetçi kulübeleri, siper ve mevziiler görünüyor. Etrafta hiçbir hayat belirtisi yok. Gölün batı kıyısına dolanıp Capernaum Antik kentine doğru ilerliyoruz.
CAPERNAUM (CAPHARNAUM) ANTİK KENTİ
Burası İsa’nın çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği yermiş. Önceki yazımızda anlattığımız gibi İsa’nın Beytüllahim’de (Betlehem) doğduğuna ve sonradan ailesiyle Capernaum’a yerleştiğine inanılmaktadır. Capernaum, göl kıyısında, zamanında balıkçılıkla geçinilen sevimli bir kentmiş. İsa, gençlik yıllarını buraya yakın Nasıra (Nazareth) kentinde geçirmiş. Ancak oradaki yaşantısı hakkında hiçbir bilgi olmadığı, Kudüs’e geldikten sonraki hayatı hakkında bilgiler olduğu söyleniyor. Arkeologlar yeni bulgular elde edinceye kadar İsa’nın Kudüs öncesi geçmişi, şu anda Capernaum’daki yaşantısı ile sınırlı. 749 yılındaki depremde bu güzel kent yıkılır. Şu anda iki duvarı, birkaç sütunu ve bir sıra alınlığı ayakta kalabilen sinagog önemli bir yapıdır. Bu yapının, Dünyanın ayakta kalmış en eski sinagogu olduğu iddia edilmektedir. Kentteki sütunlara Yahudiliğin simgeleri olan şamdan ile Davut yıldızı (İsrail bayrağında bulunan 6 köşeli) kabartma halinde işlenmiştir. İsa, Yahudiliğin temel kurallarını burada öğrenmiş.
NAZARETH YOLU
Capernaum’dan Nazareth’e giderken İsrail bölgesindeydik. Fakat geçtiğimiz kentlerde Filistinlilerin de köyleri ya da Yahudilerle birlikte yaşadığı yerleşimler vardı. Birlikte yaşanılan yerlerde tesettür dükkanları, helal kesim et satılan kasaplar v.s., Müslümanların rahatça yaşadıklarını gözlemledik. Hatta evlerinin duvarlarına Mescid-i Aksa resmi nakşedenleri bile gördük. Bu resimler, ev sahibinin hacı olduğunun da göstergesiymiş. Bazı evlerde Kâbe resmedilmişti.
- TARIM YAPILAN ARAZİLER BAKIMLI
- İSRAİL BÖLGESİNDE ARAP KASABASI
- DUVARDAKİ MESCİD-İ AKSA RESMİ EV SAHİBİNİN HACI OLDUĞUNU GÖSTERİYOR
- MESCİD-İ AKSA RESMİ
İSRAİL’DE TARIM
Yol boyunca gelişmiş tarımsal alanlardan geçtik. Son derece modern sulama sistemleri, bakımlı tarlalar, özenle yetiştirilen ürünler. Bilinçli ve sistemli bir tarım yapıldığı belli oluyor. Bu konuda İsrail her türlü övgüyü hak ediyor. Çölde bir vaha nasıl yaratılır, tüm dünyaya ders veriyorlar. Topraklar verimli değil, su yetersiz, yazın aşırı sıcak birçok ürünün yetiştirilmesini engelliyor. Ona rağmen İsrailliler inanılmazı başarıyorlar. Bu konuda öğrendiklerimi aktarmadan geçemeyeceğim. İsrail 1948’de kurulduğunda ülkede sadece kibutzlarla oluşturulan bir tarım altyapısından başka doğru düzgün bir sanayi yokmuş. Tabii ki Amerika’nın sermaye yardımlarıyla önce insana yatırım yapmışlar. Eğitimle işe başlamışlar. Yetişen insanlar, bu coğrafyada, kısıtlı imkânlarla, suyun çok az olduğu gerçeğini kabul ederek nasıl üretim yapılacağını araştırmışlar. Bulmuşlar da… Bizim inşaatlarda dolgu ve yalıtım malzemesi olarak kullandığımız “perlit”i ilk defa tarımda kullanmaya başlamışlar. Etibank’ın perlit tesislerini duymuşsunuzdur. Bizde çok fazla bulunan bir madendir. Beyaz, çakıl taşı gibi ama çok hafif, bozulmayan, çürümeyen, ısıyı geçirmeyen, buharlaşmayı önleyen bir madde. İsrailliler perliti toprağın 10 cm. altına, ekinin hemen üstüne sermişler. Sulama yapıldığında, perlitin aralıklı yapısından dolayı su rahatlıkla ekine ulaşıyor, ancak perlit buharlaşmayı önlediğinden su kaybı çok az oluyor. Bu sayede çok az sulama yapılarak çok su isteyen ürünleri dahi yetiştirmeyi başarmışlar.
MONSANTO DÜNYAYI SALLADI
Tarımdaki bu başarı, ilerleyen yıllarda Ar-Ge faaliyetlerinin daha fazla oranda tarımsal sektöre kaydırılmasını sağlamış. Sonucunda dünyaca ünlü bir başarı gelmiş. Tabii bu İsrail için bir başarı olsa da Dünya için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz. Bahsettiğimiz konu “kısır tohumculuk”. İsrail kısır tohumların daha verimli olduğunu saptamış. Yani bir tohumdan üreyen bitki kendi polenini (dölünü) taşıdığı takdirde yılda iki ürün veriyorsa, kısır tohumlar dört ürün verebiliyormuş. Tabii tarımda verimlilik açısından bir devrim yaratmış bu tohumlar. Hiç kimse kendi ürünlerinin orjinalinin yok olduğunun farkına bile varamadan bu tohumları kullanmaya başlamış. İsrail bütün Dünyaya tohum ihraç etmeye başlamış. Belki de duymuşsunuzdur Monsanto isimli şirketi… Bir anda dünya devi haline gelen bu firma Ar-Ge’ye inanılmaz rakamlar ayırarak çalışmalarına devam etmiş. Yılda en az dört ürün hasat etmek çiftçiye işgücü olarak epey bir yük getirmiş. Çiftçilerin en büyük sorunu tohumdan çıkan filizlerin etrafındaki ayrık otlarının temizlenmesi olmaya başlamış. Monsanto buna da bir çare bulmuş. Tohum ekilirken çevresine dökülen bir ilaç ile ayrık otunun tamamen önüne geçmeyi başarmış. Bu ilaç da tüm Dünyanın gözbebeği haline gelmiş. Hem tohum hem ayrık otu ilacı sayesinde Monsanto Dünyanın en büyük firmaları arasına girmeyi başarmış. Bizim gibi birçok ülkede, normal tohum verimsiz olduğu gerekçesiyle kullanılması kanunla yasaklanmış. Ancak ülkelerde yavaş yavaş kısır tohumdan şikayetler başlamış. Ülkemizde ve birçok başka ülkede tohum takas şenlikleri ve üniversitelerin gayretleriyle yerel tohumlar korunmaya ve geliştirilmeye çalışılmış. Ayrık otu ilacının ise kanserojen olduğu yolunda bilimsel bulgular elde edilmeye başlanmış. Bu haberlerle Monsanto’nun geleceği biraz kararmaya başlar gibi olduğunda öyle büyük bir operasyon gerçekleştirildi ki herkes küçük dilini yutacaktı. Geçen sene Alman ilaç devi Bayer firması, Monsanto’yu tam 66 milyar dolara (USD-Amerikan Doları) satın aldı. Türkiye’nin yıllık gayri safi yurt içi hasılasının 120 milyar dolar olduğunu düşününce rakamın büyüklüğüne insan inanamıyor. Ama gerçek. Türkiye’nin yıllık gelirinin yarısından fazla bir rakam İsrail’in sadece bir şirketini satın alabiliyor. Ve bu şirket sadece tarım alanında üretim yapan bir şirket. Şimdi İsrail’deki tarım endüstrisini ve yıllar içindeki gelişimini, insana yatırım yapmanın, bilim ve araştırmaya önem vermenin nasıl sonuçlara ulaşabildiğini anlamak mümkündür sanırım.
NAZARETH (NASIRA)
Bizim Nasıra dediğimiz, İngilizcede Nazareth denilen kent Hıristiyanlık için oldukça önemli. Çünkü İsa peygamber “Nasıralı İsa” ve annesi Meryem de “Nasıralı Meryem” diye anılırmış. Esasen biliyorsunuz İsa Nasıra’da doğmamıştır. Beytüllahim’de doğmuş, çocukluk ve ilk gençlik yılları Capernaum’da geçmiş olmasına rağmen Nasıralı denmesinin sebebi, Kudüs’e Nasıra’dan gelmiş olmalarıdır.
- NASIRA’DA TARİHİ YERLER LEVHASI
- NASIRA’DA ORTODOKS BAPTİST OKULU
Nazareth esasında büyük bir kent değil. 75.000 nüfusu var. Nüfusun %70’i müslüman Arap, %30’u Hıristiyan. Kentin dışında bir Yahudi mahallesi kurulmuş, 40.000 kişinin de orada yaşadığı söyleniyor. Ancak iki yerleşim yeri birbirinden tamamen ayrı. Nasıra İsrail bölgesinde, Filistin bölgesinden uzakta olmasına rağmen buradaki Filistinli nüfus, birçok Filistin kentinden daha fazla. Nazareth’teki cami kenarına asılan pankart her şeyi özetliyor aslında. Kuran’dan aktarma yapılan pankartta, Musa ve İsa’nın islam tarafından peygamber olarak kabul edildiği ve tüm dinlerin tek Allah’ı olduğu yazıyor. Keşke barışı sağlamak bu kadar kolay olsa.
Nasıra’da hem Ortodox Müjde Kilisesi var, hem de Katolik Müjde Bazilikası. Önce Ortodoks Kilisesi’ni geziyoruz. Bu tarihi kilisenin mimari formu diğer Ortodoks kiliselerinden çok farklı. Kilisenin duvar ve tavanlarındaki resimler, tamamen ahşap altar, ve sütunlardaki ahşap oyma cumbalar çok etkileyici. Kilisenin altında en eski bölüm ayrıca korunuyor.
KATOLİK MÜJDE BAZİLİKASI
Buradan Ortadoğu’nun en büyük kilisesine geçiyoruz. Katolik Müjde Bazilikası. Bazilikanın bulunduğu yerde 384 yılında yapılmış tarihi kilise kalıntıları varmış. Bazilika bu kalıntıların üzerine yapılmış ve onu korumaya almış. 384 yılında yapılan kilise, rivayete göre Meryem Ana’nın evinin bulunduğu yere yapılmış. Bu nedenle kutsal sayılıyor ve Hıristiyanların hac mekânlarından biri. Aynı zamanda Meryem Ana’nın İsa’ya hamile olduğu müjdesini aldığı yer olduğuna inanıldığı için ismi Müjde bazilikası.
Bazilikanın büyüklüğünü görmeden tahmin etmek olanaksız. 1969 yılında tamamen modern bir yapı olarak inşa edilmiş. İçindeki heykeller, duvar süslemeleri, mozaikler muhteşem. Açıkçası bu kadar büyük paraların tüm insanlık olarak dini yapılara değil de fabrika ve okullara yatırıldığını düşünsek, insanlığın en büyük sorunlarının hallolduğunu görebilirdik. 75000 nüfuslu bir kentte, en fazla 25000 hıristiyanın yaşadığını, bunun da ancak yarısının katolik olduğunu hesap edersek, bu kadar büyük bir dini yapının ihtiyaca yönelik değil, sadece ihtişama yönelik olduğunu anlarız. İnsanları korkutan, sindiren, büyüklük ve azameti karşısında ezip geçen yapılar bunlar. İhtiyaca yönelik olmayan tüm dini yapılar için bunu söylüyorum. Bizim Çamlıca’ya yapmakta olduğumuz devasa cami için de geçerli bu dediğim. Orada yerleşim yok, cemaat yok. Dağın tepesi. Sadece gezinti alanı ve kafeler var. Ama gösteriş olacak, azameti ile insanları sindirecek, düşünmeden inandıracak. Yerine belki 10 tane okul yapılırdı. Neyse konumuza dönelim… Nasıra’daki bu bazilika, gerek büyüklüğüyle gerek iç dekorasyonu ile insanları sindirme amacını layıkıyla yerine getiriyor. Etkilenmemek elde değil.
GÜNÜMÜZ AKKA’DA SONLANIYOR
Nasıra’dan yola çıkan otobüsümüz bozkır görünümündeki tarım alanlarının içinden geçerek Akka’ya doğru gidiyor. Bu gece Akka’da kalacağız.
Bir sonraki yazımızda Akka, Hayfa ve Tel Aviv’i anlatacağız…
4. Bölüm; AKKA: NAPOLYON’U DURDURAN OSMANLI KENTİ (24 Kasım 2016)
5. Bölüm; HAYFA, KAYSERİ, TEL AVİV VE YAFA (25 Kasım 2016)
1 Yorum »