İçeriğe geç

BİTMEYEN ÇATIŞMANIN ÜLKELERİ: İSRAİL – FİLİSTİN (19-26 Kasım 2016). 1. Bölüm; Kutsal Kent KUDÜS (19-21 Kasım 2016)

KUDÜS : ÜÇ DİNİN DE KUTSAL KENTİ.

UÇUŞ KAPISINDA “İSRAİL’E HOŞGELDİN” KARŞILAMASI

19 Kasım 2016 günü İstanbul Atatürk Havaalanı’nda Tel-Aviv uçağımızın kapısına doğru giderken diğer uçuşlardan hiçbir farkımız yoktu. Ama kapıya geldiğimizde, “bu ne” dedik, “n’oluyoruz” ? Silahlı askerler kapı önüne barikat kurmuş, masalar yerleştirilmiş, yolcular didik aranıyor. Askerlerin elindeki silahlar sanki savaşa gidiyormuş gibi ağır silahlar. Görevliler kibar olmakla birlikte ortamdaki sinir katsayısı hayli yüksek. Yolcu beraberindeki çantalar açılıp tamamen boşaltılıyor. Her bir eşyanın ne olduğu teker teker soruluyor. Kitapların içi, sayfalar karıştırılıp inceleniyor. Herkesin üzerindeki kıyafetler çıkartılıyor ve elle muayeneden geçiyor. Ayakkabılar mutlaka çıkartılıp içleri inceleniyor. Meğer bunlar olağan incelemeymiş. İsrail uçuşunu diğerlerinden ayıran farkı net bir şekilde anlamış olduk. Kapıya mutlaka erkenden gidin. Bir kişinin muayenesi en az 10 dakika sürüyor. “İsrail’e hoşgeldin” karşılaması böyle yapılıyormuş demek ki… Daha Türkiye’deyken hem de…

TEL-AVİV – KUDÜS ARASI 50 DAKİKA

Gece geç saatte Tel-Aviv’e iniyoruz. Otobüsümüz bizi bekliyor. 24 kişiden oluşan kafilemiz otobüse yerleşiyoruz. Otelimiz Kudüs’te. Tel-Aviv – Kudüs arası 55 km. ve sadece 45-50 dakika sürüyor. Otelimiz çok güzel. Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes odasına çekiliyor. Sabah erkenden Kudüs turu başlıyor. Dinlenmek ve ertesi güne dinç kalkmamız gerek.

İLK DURAK ZEYTIN DAĞI

20 Kasım günü ilk durağımız Zeytin Dağı. Burası, tüm Kudüs’ü tepeden görebileceğiniz en güzel nokta. Falih Rıfkı Atay’ın aynı adlı bir anı-romanı var. Falih Rıfkı Atay, 1. Dünya Savaşı yıllarında, yedeksubay olarak Kudüs’te bulunur. Osmanlı karargâhı Zeytin Dağı’ndadır. Ordu komutanı Cemal Paşa’dır. Falih Rıfkı, savaşın değişik yönlerine, Kudüs’te ve tüm İsrail’de yaşananlara, Osmanlı’nın çöküşüne, bizzat Cemal Paşa’nın başkatipliğini yaparak tanık olur. En son elimizden çıkan yerlerden biridir Kudüs. 1918 – 1948 arası 30 yıl boyunca bir belirsizlik içinde kalır. 1922 Lausanne Konferansı’nda alınan karar gereği, Filistin mandası, Ürdün mandası ve Irak mandası tarafından yönetilen şehir, bu yıllarda yoğun Yahudi göçü almaya başlar. Kargaşa hiç eksik olmaz. Arap ayaklanmaları çıkar. Ve 1948’de BM’de Kudüs hakkında alınan karar yıllarca bitmeyen çatışmaları başlatır. Bu karar, Filistin’de İsrail isimli bir Yahudi devletinin kurulması kararıdır. Gerçi Kudüs başkent olarak tanınmaz ama İsrail’in kurulması demek büyük savaşların patlak vermesi demek olacaktır. O zamanlar başlayan Arap-İsrail savaşları daha halen içten içe devam etmektedir ve biteceğini söylemek için çok iyimser olmak gerekir.

Zeytin Dağı’nda Kudüs’ü ayaklar altında izleyebileceğiniz en güzel yer Yahudi Mezarlığı’dır. Hem de bu mezarlık Dünya’nın en pahalı mezarlığıdır. Çünkü manzarası mükemmel !!! Ruhları buradan Kudüs’ün en güzel manzarasını izlemesi için yahudiler inanılmaz paralar dökebilmekteler. Fakat ruhlar her yere kolaylıkla ulaşabildiklerine göre (toplu taşıma bedavaymış) zaten en güzel manzaralar onların. Bunun için sağlıklarında bu kadar parayı vermeye ne gerek var? Meğer sırat köprüsü de burada kurulacakmış da ondan !!! Bu mezarlıktan yer sahibi oldun  mu sırat köprüsünü çok rahat geçiyormuşsun. Zeytindağı’nın karşısı Siyon tepesi, yani büyük Süleyman tapınağının yapıldığı, şimdi ağlama duvarı olan tepe. Siyonizm terimi de bu Siyon tepesinden gelmektedir. İşte bu iki tepe arasında olacakmış sırat köprüsü.  Bak sen, demek sırat köprüsünden geçiş de parayla. Çok paran varsa, geçiş garanti. Paran yoksa ve bu mezarlıktan yer alamıyorsan yandın. Demek ki öbür taraf da para üzerine kurulu. Kapitalizm yalnız bu dünyayı değil, öbür dünyayı da kaplamış. Kapitalizmden kaçış yok anlayacağınız.

Zeytin Dağı’ndan Kudüs manzaraları;

Dünyanın en pahalı bu mezarlığında yerler manzarasına göre birbirinden fiyat olarak çok farklı. 60.000 USD’den başlıyor, 1 milyon USD’ye kadar çıkıyormuş. Birçok ünlü yahudi bu mezarlıktan çoktan yer almış bile. Mezarlıkta tek bir ağaç bile yok. Bu kadar pahalı bir yeri ağaçlar işgal edemez denmiş. Tabii ruhların manzarası kapanmasın diye de ağaç dikilmiyor. Hem manzarası için bi dünya para ver, hem de önüne ağaç gelsin manzarayı göreme… Ruhlar dava açar tabii bu duruma, olacak iş değil… Mezarların üzerinde küçük taş parçaları çokça var. Merakla soruyoruz bu taşların ne olduğunu. Meğer, Yahudilerde mezara çiçek götürme adeti yokmuş. Her gelen, ziyaretinin kanıtı olarak mezarın üstüne bir taş koyarmış. Taşı yoğun olan mezarların ziyaretçisi fazla demekmiş.

ÜÇ BÜYÜK DİNİN KUTSAL KENTİ : KUDÜS

Kudüs, İsrailloğulları Devleti’nin ilk kurulduğu yermiş. Hz. Süleyman tarafından yapılan büyük tapınak da Yahudiler için çok önemli olup, Kudüs’te, yıkılmış ve sadece 14 metrelik duvarı kalmış olan bu kutsal tapınak üzerinde şu an müslümanların Mescid-i Aksa Camii ve Kubbet-üs Sahra Camii vardır. Büyük tapınaktan kalan duvar şu anda Yahudilerin ağlama duvarıdır.

Müslümanlara gelince, Mescid-i Aksa’nın temellerinde yer alan bir mağaradan Hz. Muhammed’in mihraca çıktığına inanılmaktadır. Burada mihraca çıkmadan önce namaz kıldığı yer bulunmaktaymış. Kâbe’den  önce müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa imiş. Sonradan başka bir ayet ile kıble olarak Kâbe belirleninceye kadar müslümanlar Mescid-i Aksa’ya dönerek namaz kılmışlar. Müslümanlar için kudsiyeti bu.

Hıristiyanlara gelince, liste epey kabarık. Meryem Ana’nın doğduğu yerdir. İsa’nın doğduğu yerdir. İsa’nın çarmıha gerildiği yerdir ve tabii öldüğü yerdir. Bütün Hıristiyan tarikatları Kudüs’te yer almıştır. Hepsinin en önemli yönetim merkezleri buradadır. Katolikler bile Vatikan’dan sonra en büyük merkezlerini buraya kurmuşlardır.

Tabii bu kadar ruhani bir kent olunca, yer gök din bu şehirde. Her taraf üç büyük dinin mabetleri ile, tarikatlar, papazlar, imamlar ve hahamlar ile kuşatılmış durumda. Bu kuşatılmışlık bir süre sonra boğmaya başlıyor sizi. Ancak Kudüs’ün mistik yönleri bununla sınırlı değil. Her taşın altından bir tarih fışkırıyor.  Bu yoğun yaşanmışlık, bu karmaşık tarih, bu çatışma hali sizde sanki dünyanın en büyük bombası üzerinde yaşadığınız hissini veriyor. Sanki tüm insanların ayağı altında mayın, kaldırdığında patlayacak. Şehrin her tarafında sivil-asker karışık silahlı insanlar. Her an bir savaş hali. Şehrin merkezi en sıkışık yer. Ağlama duvarının etrafı her an patlamaya hazır bomba sanki.

GETSEMANİ KİLİSESİ VE ZEYTİN BAHÇESİ

Yahudi mezarlığından yürüyerek aşağı kadar indiğimizde Getsemani Kilisesi’ne ulaştık. Burası aslında yeni bir kilise. İsa’nın göğe yükseldiğine inanıldığı için 1800’ün ikinci yarısında buraya bir kilise inşa etmiş Hıristiyanlar. Getsemani’nin bahçesi kutsal zeytin ağaçları ile dolu. İsa’nın son akşam yürüyüşe çıktığı zeytin bahçesi burasıymış. Buradaki ağaçlar gerçekten ilginç. Zeytin ağacının hiç ölmediğinin en güzel kanıtı burada. Ağacın binlerce yıllık gövdesinden her defa ayrı bir yerden bir filiz vermiş.

Getsamani’nin karşısından Kudüs’ün panoramik çekimini yaptık.

Sırada, Meryen Ana’nın öldüğüne inanılan yere yapılan kilise var. Kilise’ye giriyoruz ama biraz etrafa bakalım;

Kilise’nin içinde ise egzotik bir hava var.

FİLİSTİN BÖLGESİNE GEÇİYORUZ

Kudüs’ün yahudi ve hıristiyan mahallelerinden sonra sıra Filistin tarafına geçmeye geldi. Biz baya sınır kontrolü, duvarlar falan beklerken, pek de öyle olmadığını gördük. Bir sınıra pek benzemeyen kapıdan, güvenlik kulübesinin yanından geçip gitti otobüsümüz. Kulübenin içinde hiç kimse yoktu. Fakat girişteki kocaman kırmızı levha yer şeyi özetliyor;

Filistin bölgesinde Betlehem’e yani Beytüllahim’e gidiyoruz. Burada İsa’nın Doğum Kilisesi var. Yani hıristiyanlar için en kutsal iki kiliseden biri. Diğeri çarmıha gerildiği yere yapılan kilise. Ona da sonra gideceğiz. Fakat, şu an bulunduğumuz yer o kadar ilginç ki, hıristiyanların en kutsal kilisesi, müslümanların mahallesinin içinde. Müslümanlar, dükkanlarında turistlere hıristiyan dini simgelerini satıyorlar. Haçlar, Meryem Ana ve İsa heykelleri, İsa’nın çivili tacı, daha neler neler… Bunları satanların müslüman olması ve çok doğal bir şekilde, sanki yumurta satar gibi satması çelişkilerin en derini. Sonra, bir de baktık ki meydanda büyük bir tören düzenlemesi yapılıyor. Arapça bağrışmalar arasında meydandaki vinçte yükselen işçiler devasa noel ağacı düzenliyorlar. Meğer, tüm Dünya televizyonları 25 Aralık Noel akşamı bu kilise meydanına bağlanır ve burada hep birlikte yapılan dua en kutsalı olduğu için canlı yayınlanırmış. İşte bu meydan düzenlemesi ve dev çam ağacını hazırlayanlar Filistinli müslümanlar. Hey haaat, bir yaşımıza daha girdik. Bunları da mı görecektik? Sen haçlı seferlerine karşı elde kılıç mücadele et, binlerce ölü ver, ama işin içine para ve kazanç girince buyur et, neredeyse dükkan senin diyecekler…

İSA’NIN DOĞUŞ KİLİSESİ

İsa’nın Doğuş Kilisesi tadilattaydı. Milyonlarca dolar tutarındaki bu tadilat Filistin yönetimince yürütülmekteydi. AB fonlarınca desteklenen tadilat sırasında kilise içinde önemli keşifler de yapılmış. Meraklısı “Church of Nativity” yazıp gelişmeleri internetten öğrenebilir. İçeride İsa’nın doğduğuna inanılan bir mağara var. Herkes orada yerlere yatıp ellerini sürmeye çalışıyor. Bu fanatizm insanı üzüyor ama ne yazık ki her dinde var.

FİLİSTİN DEVLETİ 

Merak ettiğimiz bir konuyu da burada bizzat görüp öğrendik. Filistin Devleti nasıl bir devlettir? Kendisine ait kolluk kuvvetleri var, arabalarda Filistin plakası var. Ayrı bir bölgesi var. Ayrı bir dili var. Devlet daireleri var. Ama bir parası yok. Bu devlet var ama yok. Yok ama var. Yani epey karışık ve bir o kadar da çapraşık bir durum.

Ve Beytüllahim sokaklarındayız. İntifada hareketinin başladığı Ramallah ve Beytüllahim sokaklarında. İşte bir derleme;

21 KASIM 2017

Sabah saat 10:30’da Mescid-i Aksa kapatılıyormuş. Bu nedenle erken davranmamız gerektiği söylendi ve sabah saat 07:00’de otelden ayrılıyoruz. İlk durağımız meşhur ağlama duvarı.

AĞLAMA DUVARI (SÜLEYMAN MABEDİ)

Kudüs, M.Ö. 1000 yıllarında Davud komutasındaki İsrailoğulları tarafından fethedildi. Davud’un oğlu Süleyman ise M.Ö. 964 yılında büyük mabedin inşaatına başladı. M.Ö. 957 yılında bitmesine rağmen tüm binaların yapımı 30 yıl kadar sürdü. Bittiğinde tapınak kompleksi, devrinin en büyüğüydü. M.Ö. 586 yılında, isyan eden yahudileri cezalandırmak için Babil kralı tarafından yıktırıldı. Yahudiler mabedi aslına uygun olarak tekrar yaptılar. M.S. 70 yılında ise Romalılar tarafından tekrar ve tamamen yıktırılan mabedden 14 metrelik duvarlar dışında hiçbir şey kalmamıştır. İşte yahudiler, yıkılan tapınaklarına bu duvar başında ağıtlar düzdüğünden, dualar okuduğundan burası “Ağlama Duvarı”dır.

Ağlama Duvarı’na gelmeden önce dışarıdan Mescid-i Aksa’nın sur duvarları kenarında yapılan arkeolojik çalışmalar hakkında bilgi aldık. İnsanı heyecanlandıran gelişmeler var ama çoğu kalıntı Mescid-i Aksa’nın altında olduğu için şimdilik durdurulmuş. Mescid- Aksa’nın temellerini zedelemeyecek şekilde bir kazı çalışması yürütmenin yolları araştırılıyor, çünkü buluntular ilk çağ insanına kadar gidiyormuş.

Sabah çok erken saatte gittiğimizden Ağlama Duvarı’nda kimsenin olmayacağını tahmin ediyordum. Oysa insanlar işe gitmeden önce buraya uğrayıp dualarını ederlermiş. Günün her saati dolu olurmuş. Girişte kadınlar ve erkekler ayrılıyor. Bulundukları yerler ayrı ve arada bir paravan var. Güvenlik önlemleri çok sıkı. Yanınızdaki çanta, kıyafet, her şey didik didik aranıyor. Kapıda sivil giyimli 20 yaşlarında gençler güvenlik görevlisi. Ellerindeki silahlar ise neredeyse mitralyöz… Asker mi polis mi hiçbir şey belli değil. Üzerlerinde bir isimlik falan da yok. “Kardeş sen necisin ?” diye soracağım da ellerindeki ağır silahlar çok sevimsiz.

Ağlama duvarı girişinde kipa dağıtılıyor. Ben kasketimi ters giyip idare ediyorum. Çekim yapmaya hiç karışmıyorlar. Dilediğimizce fotoğraf ve video çekiyoruz. Duvar taşlarının arasına kağıtlar sıkıştırıyorlar. Meğer dileklerini yazıyorlarmış bu kağıtlara.

Bir de kafalarında siyah bir kutu ile dolaşanlar var. Bu kutudan aşağıya kollarına kadar siyah bir kordon dolanarak bağlanmış halde. “Doktor bu ne?” diye kendilerine sormuyorum tabii. Rehberimizin söylediğine göre, kutunun içinde Tevrat’tan dualar var. Alnına bunu bağlaması, beynine ve benliğine Tevrat’ın hakim olduğu anlamına geliyormuş. Kollarına kadar dolanarak inen kordon ise, damarlarımda dahi Tevrat’ın kurallarını taşıyorum, bütün benliğimle Tevrat’ı özümsüyorum demekmiş.

Ağlama Duvarı’nda çeşit çeşit insan var. Melon şapkalı, siyah takım elbiseliler en fanatikleri. Zülüfleri kesmek yasak olduğundan taa bellerine kadar uzanan zülüflüler var. Bazılarının gömlek etekleri püskül püskül. Hepsinin bir anlamı var tabii.

İşte buyrun Ağlama Duvarı’na…

MESCİD-İ AKSA VE KUBBET-ÜS SAHRA

Ağlama Duvarı’ndan sonra Mescid-i Aksa ve Kubbe-tüs Sahra ziyaretlerine geldi sıra. Saat 10:30’da kapanacağı için acele ediyoruz. Hemen aynı bölgede ayrı bir sırayla güvenlikten yine her yerimiz aranarak geçiyoruz. Mescid-i Aksa’ya müslüman olmayanları almıyorlar. Artık tamamen ibadete ayrıldığı, ziyarete açık olmadığına karar verilmiş. Bunun sebebi, Ariel Sharon zamanında buraya askerlerin teröristleri aramak bahanesiyle girmesi ve silahlı çatışma yaşanması. O günden sonra bu kural konmuş. Tamam da müslümanlık nasıl kanıtlanacak? Girişte dua okutuyorlarmış. Güvenlikten geçip asma köprüden ilerleyerek geniş avluya geldik. Mescid-i Aksa’nın önündeyiz. Görevli geliyor. Türk olduğumuzu söylüyoruz. Tamam da, “müslüman mısınız?” diye soruyor. Herkes “elhamdülillah” diyor da kimse dua okumaya yanaşmayınca rehberimiz başlıyor okumaya… Gruptaki dini bütün bir arkadaşın da yardımıyla “el fatiha” okunmuş oluyor ve Mescid-i Aksa kapıları bize açılıyor. Müslümanların ilk kıblesine giriyoruz. Hz. Muhammed’in mihraca yükseldiği yerin bu camiinin altında Süleyman’dan kalma surların olduğu temellerde bulunulduğuna inanılıyor. Orasını da görmek istediğimizi görevliye söylüyoruz. Başlıyor bir pazarlık. Kişi başı 50 şekel istiyor görevli. Rehberimiz bu rakamın çok yüksek olduğunu, kişi başı ödeme yapmayacağını, toplu olarak 200 şekel ödeyeceğini söylüyor. Müslümanların en kutsal yerinde sevimsiz bir pazarlık kulaklıklarımızda canlı olarak yayında. Sonunda toplam 250 şekele anlaşmaya varılıyor. Görevli elini uzatıyor ve peşin olarak istiyor. Eline para sayılıyor ve Süleyman sütunlarının olduğu yer açılıyor bizlere…

Aynı avlu içinde bulunan Kubbet-üs Sahra’ya geçiyoruz. Girişte yine müslümanlık kontrolünden geçiyoruz. Bu sefer kimliklerimizi göstermek geliyor aklımıza. Arkasında “islam” yazıyor nasıl olsa. Kabul ediyorlar. Ve işte Kubbet-üs Sahra;

KUDÜS’ÜN HALLERİ

Kudüs’te her dinden her milliyette ve tipte insan bulmak mümkün. Bu çeşitlilik, Dünya’nın her bir tarafından buraya akın eden yahudilerden dolayı çok normal karşılanıyor. Kudüs’ten değişik kareler ile devam ediyoruz,

VİA DOLOROSA (ÇİLE YOLU)

Müslümanlığın kutsal yerlerinden sonra hıristiyanlığın kutsal yerlerine geçiş yapıyoruz. Via Dolorosa denilen çile yolu, İsa’nın sırtına haçın yüklenerek yürümesi istenilen yolmuş. Bu yol bugün tamamen turistik olmuş. 12 duraktan oluşuyor. Her durakta rehberler bir şeyler anlatıyor. İşte burada durdu alnını sildi. Burada yere yuvarlandı. Burada başına çivili tacı geçirdiler. Her durağa neredeyse bir kilise yapmışlar. Yol boyu hikayeler, hikayeler…. En tepede çarmıha gerildği yerde Goygota Kilisesi…

En ilginci ise, 8. durakta İsa duvara elini yaslamış. Elini dokundurduğu yerde 8. istasyon  levhası konmuş ve bir delik ile haç işareti var. Herkes elini aynı yere dokundurmaya çalışıyor. Hakbuki 2000 yıl önce yol kotu şu andakinden 5 metre aşağıdaymış. Yani İsa’nın elini dokundurduğu yer 5 metre aşağıda olmasına rağmen bugün sanki aynı yere ellerini dokunduruyorlarmış gibi mutlu oluyor herkes.

ERMENİ MAHALLESİNDEYİZ

Öğlen yörenin en iyi restoranına gideceğimiz söylendi. İsmi Bulgurcu. Bir Ermeni restoranıymış. Yemekleri gerçekten güzeldi. Fakat tüm İsrail’de yediğimiz bütün yemekler için söylüyorum: Yemek kültürü çok tekdüze. Oysa Dünyanın birçok yerinden gelmiş insanların kendi kültürlerini, özellikle yemek kültürünü getirmiş olması, bunların harmanlanarak çok daha farklı yemekler, çok daha farklı lezzetler yakalanabilmeliydi diye düşünüyorum. İnsan ve kültür çeşitliliğine rağmen yemek kültürünün tekdüzeliği bizi çok şaşırttı. Hemen her yerde aynı yemek, aynı pişirme usulü, aynı lezzet… Deniz kıyısında deniz ürünleri güzel olmakla birlikte, kendilerinden ekledikleri özellik neredeyse yoktu. İşte öğlen yemek yediğimiz Bulgurcu Restaurant;

ERMENİ MANASTIRI’NI GEZİYORUZ

Burası Ermeni mahallesi. Restoranın hemen karşısında Ermeni manastırı var. Bahçesine giriyoruz ama kapılar kapalı. İçini de merak ediyoruz. Rehberimiz bir yetkili bulmaya ve izin almaya uğraşıyor. Derken birisi geliyor ve elindeki anahtarla kapıyı açıyor. Rehberimiz hemen yanına giderek gezme izni istiyor. Nereden geldiniz sorusunun cevabı; Türkiye’den. Bundan sonraki konuşmalar Türkçe devam ediyor. Bize kapıları açan papaz Türkiye’den gelmiş. Çok güzel Türkçe konuşuyor. Annesi Kayseri, babası Konya’dan. Bizi derin bir misafirperverlikle ağırlıyor. Manastırda tam 500 oda varmış. M.S. 500’lü yıllarda yapımına başlanmış manastırın. Şu anda kütüphanesi, kilisesi, gösteri salonları, okulu, otel kısmı ile büyük bir kompleks. Otel kısmı dışarıdan gelenlere açık mı diye soruyoruz. Parası olmayanlar içinmiş otel. Ücret alınmıyormuş. Yoksullar evi demek daha doğru. Sosyal bir ihtiyacı karşılamaya çalışıyor. Gezimiz bitmek üzereyken siyah cübbeli, sakallı bir genç geliyor. O da çok güzel Türkçe konuşuyor. 2 ay önce Diyarbakır’dan gelmiş. İnsan kendinden bir parça buluyor hemşerisi ile karşılaşınca. Sohbet Diyarbakır üzerine yoğunlaşıyor. Papaz özlemiş, gözleri buğulanıyor.

KUDÜS’TE OLMAYAN DİN VEYA MEZHEP VAR MI?

Kudüs sokaklarında gezinirken o kadar çok milletin o kadar çok değişik din ve mezhebine rastladık ki, herhalde Kudüs’te olmayanı yok diye düşündük. Arap katolik, Arap protestan, Suriyeli katolik, Grek katolik, Grek protestan, Maruniler, Keldaniler, Ermeni katolik, Ermeni protestan, Kıpti ortodoks, Kıpti katolik, v.s, v.s…

Bu arada Grek Katolik Kudüs Patriği’nin bir yolsuzluk olayına karıştığı için cezalandırıldığını öğreniyoruz. Ancak bu ceza mahkeme tarafından verilen bir ceza değil. Kendi cemaati tarafından ömür boyu hapis cezası verilmiş. patrikliğin bir odasında hapsedilmiş, orada cezasını çekiyormuş. Pencereden sepetle yiyeceği gönderiliyor, hayatının geri kalanını tamamlamaya çalışıyormuş. Tabii Papa tarafından affedileceği günü beklediği söyleniyor. İşte yiyecek gönderilen penceresi;

dsc01211

PATRİKİN HAPSEDİLDİĞİ ODA PENCERESİ VE YİYECEK GÖNDERİLEN SEPETİ

VİA DOLOROSA’NIN SONU GOYGOTA

11 İstasyon’da durduktan sonra geldiğimiz 12. İstasyon Goygota Kilisesi. Yani Kutsal Haç Kilisesi ya da Kıyamet Kilisesi. İsa’nın çarmıha gerildiği ve öldüğü yer burasıymış. Yerine yapılan kilise hıristiyanlığın en kutsal mabedi. Fakat bu kutsallık mezhepler arasında savaşa dönüşmüş durumda. Hangi mezhebin bu kutsal hazinenin koruyucusu olacağı sorusu, 4 büyük mezhebin birbirine girmesine yol açmış. Kiliseyi dörde bölmüşler ve her biri kendi bölgesinden sorumlu olmuş. Fakat İsa’nın mezarı da bu kilisede. İsa’nın mezarını temizlemek en yüce görev. Mezhepler bu görevi paylaşamadıklarından çıkan büyük kavgalar nedeniyle ellememeye karar vermişler. Sonuçta İsa’nın mezarı büyük pislik içinde, ama kilisenin diğer tarafları tertemiz… Kapı anahtarı da tek ve asıl savaş bundan çıkıyormuş. Anahtarı ele geçiren diğer mezhebin eşyalarını atıyormuş. Sonuçta Osmanlı Sultanı bu konuyu şöyle halletmiş; Kilisenin anahtarı yandaki Ömer Camii’nin imamına verilmiş. Her sabah imam gelip kilisenin kapısını açıyor, akşam da gelip kapatıyormuş. Çözüm halen uygulanmaya devam ediliyormuş. Mezhep savaşları böylece sükuta ermiş. Gerçi artık bir ritüel olarak devam ettiği söyleniyor. Mezhep dövüşleri isminde bir gelenek başlamış. Her mezhep, gerektiğinde yurtdışından en güçlü elemanlarını getiriyormuş. Belirlenen günde 4 mezhebin bu en güçlü elemanları kıyasıya birbirlerine girişiyormuş. Yani bu dövüşler de turistik olmuş.

Goygota Kilisesi’nin içinde kocaman bir taş var. İsa’nın çarmıha gerildiği yere yerleştirilmiş bu taş. Hıristiyanlar için en kutsal eşyalardan biri. Mermer aslında ama birkaç çatlağı var. Koyu hıristiyanlar yanlarında bir yağ getiriyorlar ve taşın üstüne döküyorlar. Sonra da yanında getirdikleri kıyafet ya da bezlerle taşın üzerindeki yağı siliyorlar. Hele çatlaklar arasında yağ kalmasın diye uğraşıyorlar ki kutsal yağ boşa gitmesin. O zaman bu bez de kutsal oluyormuş. Kocaman insanlar bu taşı eğilip öpüyorlar, yüzlerini sürüyorlar. Üzerinde yatıp gecelemek isteyeceklerine eminim. Biraz ileride İsa’nın mezarının bulunduğu yer var, fakat tadilatta olduğu için yanaşamıyoruz.

KUDÜS ÇARŞILARI

Kutsal yerler bitmez Kudüs’te ama bitirmeye karar verdik. Biraz da çarşılarını dolaşmak istiyoruz. Çarşılar canlı, hareketli ve çok renkli. Çarşıları gezerken çarşı iznine çıkmış asker öğrencileri görüyoruz. Hele kızımız yaşındaki kadın askerler, ellerindeki makinalı tüfeklere rağmen hala sevimli, hala ana kuzusu… İşte Kudüs çarşıları;

Kudüs’ü çok sevdik ama ruhani özellikleri bize biraz ağır geldi. Fakat beklediğimizden çok güzel ve değişik bir Kudüs bulduk. Gitmeyenlere hararetle tavsiye ederiz. Özellikle dinleri derinlemesine inceleyenler mutlaka görmeli Kudüs’ü.

İsrail’in diğer kentlerine ilişkin yazılarımız diğer bölümlerde devam edecek…

2. Bölüm ; MASADA ANTİK KENTİ, ÖLÜ DENİZ, KUMRAN VE ERİHA (22 Kasım 2016)

3. Bölüm; ERİHA, TİBERİAS GÖLÜ, GOLAN TEPELERİ, NAZARETH (23 Kasım 2016)

4. Bölüm; AKKA: NAPOLYON’U DURDURAN OSMANLI KENTİ (24 Kasım 2016)

5. Bölüm; HAYFA, KAYSERİ, TEL AVİV VE YAFA (25 Kasım 2016)

1 Yorum »

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: