DADAŞLARIN DİYARI ERZURUM (8 – 9 Kasım 2014)
(Emine Anlatıyor)
08 Kasım 2014 sabah erken İstanbul aktarmalı Erzurum’a uçacağız. Murat’ın yedek subay olarak askerliğini yaptığı Dumlu’nun bağlı olduğu Erzurum’a. Yıllardan beri konuşup durur, bir gün beraber gidelim diye, ama işte, ancak sıra geldi.
Mevsim sonbahar, geçen hafta kar yağdı, hava nasıl olacak, ne giysek acaba derken pırıl pırıl güneşli bir Erzurum’a indik. Havaalanından kiralanan arabamıza atlayıp, geniş, muntazam yollardan ilerleyerek, doğruca otelimize gidiyoruz. Şehir merkezinde, yeni açılan, temiz bir butik otel Rafo Otel. Eşyalarımızı hemen odaya atıp, ilk hedefe, cağ kebaba yürüyerek gidiyoruz. Zaten her yer yürüme mesafesi, arabanızı hiç almayın diye öğütlüyor bize resepsiyonist, başka öğütlerinin de yanısıra.
Gel Gör Cağ Kebap’ta bir oturuşta kaç şiş yenebilir, rekor kaçtı, kimindi, derken biz kişisel rekorumuzu kırıyoruz: Beşer şiş! Rekor 32 imiş.
Tıka basa tok olsak da, akşam nerede yiyeceğiz, Erzurum Evleri mi, Güzelyurt Restoran mı önce ona karar vermek lazım. Çıkıyoruz Cumhuriyet Caddesi’ne. Güzelyurt’a rezervasyonumuzu yaptırdık, zira şehirdeki tek içkili yer orası. Ama Erzurum Evleri’ne de gideceğiz, yöresel yemeklerini tatmak lazım.
Turumuza Yakutiye Medresesi ile başlıyoruz. Etnoğrafya müzesi olarak kullanılıyor. Erzurum tarihi ve kültürüne ait bilgilendikten sonra hemen yanıbaşındaki Lala Mustafa Paşa Camiine geçiyoruz. Caminin sökülen çini işlemelerine üzülüp, Çifte Minareli Medrese’ye doğru ilerliyoruz. Küçücük çocuklar, motor gibi, ezberledikleri bilgileri aktarıyorlar bize. Ne yazık ki Çifte Minareli Medrese restorasyon görmekte ve kapalı, içine giremiyoruz. Hemen arkasında muhteşem Üç Kümbetler.
Oradan da Kale’ye. Güzel bir saat kulesine sahip kaleden Erzurum’u seyrediyoruz.
Evet, artık mola zamanı ve Erzurum Evleri aranarak bulunuyor. 12 tane ev birleştirilmiş ve içi müze gibi birçok obje ile doldurulmuş. Aç değiliz, akşam yemeğine de gideceğiz ama biz yine de tadına bakalım deyip, ekşili sarma, kırım baklavası ve tabii ki olmazsa olmaz çay siparişimizi verip yer sofrasına çörekleniyoruz. Gelenleri hızlıca yiyip şehir turuna devam etmek üzere çıkıyoruz yine. Yapacak çok iş var çünkü daha : Atatürk Evi Müzesi’nde kongre ruhu yaşanacak, Taş Han’dan oltu taşlı takı alınacak, Unesco Höşgörü Ödüllü Pastane’ye gidilecek, meydandaki tabureli kahvelere oturulup kıtlamalı çay içilecek… Hepsi yetişti, ama havanın kararması ile birlikte bastıran yoğun bir hava kirliliği arasında. Ne zamandır böyle kirli hava solumamıştık. Doğalgaza rağmen bu kirlilik anlaşılır gibi değil.
Akşam yemeği için Güzelyurt Restoran’dayız. Biz Erzurum yöresel yemekleri umuyorduk ama Karadeniz yöresel yemekleri bulduk. Zira sahibi Karadenizli imiş ve kuymağından, taze fasulye kavurmasına kadar çok güzel yemekler sundu. Ama bizim favorimiz sotelenmiş işkembe salatası oldu. Arnavut ciğeri, lor dolması vs. hepsi birbirinden güzel. Bu güzel yemekleri eritmek için akşam olmasıyla ayaza dönen havaya aldırmayıp yürüyüşe çıkıyoruz. Havuzbaşı’na gidip Atatatürk ve Erzurum Kongresi Heykeli önünde fotoğraflar çekiliyoruz.
Ve artık pilimiz bitmiş bir vaziyette otele doğru yürümeye başlıyoruz. Yürüyoruz ama yarın sabah ile ilgili de konuşarak. Gün boyu “Erzurum tarihine yürüyor” afişlerini görüp, evet yarın sabah bu yürüyüşe katılalım demiştik. 1877’de yani Rus Harbi’nde 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece Ruslar Aziziye Tabyası’na baskın düzenlemiş ve aralarında Nene Hatun’un da bulunduğu Erzurum halkı Aziziye Tabyası’na yardıma koşmuş ve Aziziye kurtarılmış. İşte bu olayın anısına sabah 05.30’da buluşularak Aziziye Tabyaları’na yürünecek. Kalbimiz yürümeyi çok istiyor, gidelim diyor, ama vücudumuz isyan ediyor ve sabah uyanamıyoruz.
Olsun biz de arkadan arabayla gideriz. Sabah güzel bir kahvaltı yapıp, otelden ayrılıyoruz ve doğruca Aziziye Tabyaları. Nene Hatun Tarihi Milli Parkı ilan edilen tabyaları gezdikten sonra Erzurum Kongresi’nin yapıldığı Kongre Merkezi geziliyor ve gözümüz Koç Cağ Kebabı’nı buluyor. Henüz sabah 10.30, olsun, bir-iki şiş de buradan tadalım, hımmm sonuç nefis!
Artık rotamız, 29 sene önceki anıları yadetmek üzere Dumlu. Erzurum’un 20 km. kuzeyindeki Dumlu küçük bir kasaba. Dumlu’daki 51. Piyade Tümeni 2007 yılında Erzincan’a taşınmış ve binaları Adalet Bakanlığı’na devredilmiş. Bir kısmı Erzurum Açık Cezaevi olarak kullanılmakta. Açık cezaevinin içine at çiftliği ve piknik alanları da yapılmış ve engelli çocukların rehabilitasyonu amacı ile kullanılıyormuş. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.
Aynı yoldan devam ederek Tortum’a ulaşıyoruz. Kısa bir şehir turundan sonra geri dönüp bu kez Palandöken Kayak tesislerini teftiş edeceğiz :)) Geniş, rahat bir yoldan Palandöken’e çıkıyoruz ama, henüz yeterli kar olmadığından tesisler kapalı.
“Yemeden dönmeyin” tavsiyeleri üzerine kadayıf dolması ile ünlenen Muharrem Usta’nın yerini arayıp buluyoruz. Kadayıf, içine çok az ceviz konularak sarılmış ve yağda kızartılmış, üzerine de şerbet. Ben bir anlam veremedim, bana göre boş kalori bombası. Bize boş olmayan kalori bombası lazım ve tabi ki son bir kez cağ kebap! Tekrar Koç ve uçak saatine kadar cağ kebap ziyafeti.
Erzurum şehir merkezi gezisi oldu bu. İspir’e, Narman’a, Oltu’ya, Pasinler’e, Tortum Şelalesi ve Gölü’ne, Çoruh Nehrine zamanımız yoktu. Zaten oralar karavan ile adım adım, doya doya ayrıca gezilecek.
Benim güzel yurdumun Erzurum’u, ben seni gördüm, tanıdım, fark ettim. Her bir köşenin farkında olmak için tekrar görüşeceğiz.
Emine MoralıERZURUM’DAN İZLENİMLER (Murat Anlatıyor)
Benim 29 yıl sonraki Erzurum izlenimlerime gelince biraz hüzünlü ne yazık ki. 1985 – 1986 arası bir yıl asteğmenlik yaptığım Erzurum, gelişmiş, büyümüş, ama sadece binalarla. Yadsınamaz bir fiziki büyüme var. Bunun halkın yaşamına etkisi ne oranda olmuş, işte orası biraz sıkıntılı. 2012’de Kars’a gittiğimizde halkın şikayeti, tüm yatırımın Erzurum’a yapıldığı, sıranın bir türlü Kars’a gelemediği idi. Bu yakınmanın haklı temelleri var. Yollara bakılırsa, eskiden daracık ve eciş bücüş olan yollar havaalanı gibi geniş ve mükemmel yollara dönüşmüş. Bir de Üniversite Kış Olimpiyatları düzenlenince Erzurum’un yüzü gülmüş. Fakat sonrası yok. Yani bu yatırımlar değerlendirilip kentin gelişimine katkısı olacak şekilde kullanılamamış. Bu yargıya nasıl vardığımı anlatayım.
Erzurum doğunun en büyük ve en önemli kenti. Tarihi ve kültürel birçok değeri barındırıyor. Kent tarihi İpek Yolu’nun üzerinde ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. Coğrafi olarak da doğuya (Van, Kars, Iğdır gibi illere) açılan kapı. Havaalanı işlevsel. Palandöken, kayak turizminin beğenilen bir parkuru. Tesisler çok iyi. Otellerin en iyileri mevcut. Erzurum tarihi ve kültürel değerlerini iyi bir şekilde tanıtsa, önemli bir turizm destinasyonu olabilir. Altyapı mevcut. Gelelim üstyapıya. Kentte yabancı dil bilen kişi sayısı çok az. Kente gelen yabancının yararlanabileceği bir Erzurum haritası bile yok. Kentte kitapçı sayısı çok az. Erzurum ile ilgili basılı eser bulmak için büyük çabalar sarfedilmeli. İzmir’den getirdiğimiz rehber kitap ve haritası işimize çok yaradı. Birçok müzeye ve tarihi esere girip çıktık, hiçbirinin hediyelik eşya satan dükkanında böyle bir rehber yoktu. Tarihi eserlerin açıklayıcı bilgi levhaları eksik. Örneğin Üç Kümbet’te hiçbir açıklama yok, hatta kaderine terk edilmiş diyebiliriz, hiçbir koruma yok.
Kentte kavşaklara konulan yönlendirici levhalar çok eksik. Kahverengi levhalar merkezi kavşaklarda var, sonra hiçbir yerde bir daha göremiyorsunuz.
Kasımın başlarındayız ve hava saat 16:30 gibi kararıyor. Tabii soba ve kaloriferler yakılıyor ve inanılmaz bir hava kirliliği kentin üstüne kara bir bulut gibi çöküyor. 1980’li yıllarda Ankara’daki hava kirliliğine benzer bir durum. Soluk almak ciddi bir işkenceye dönüşüyor. Doğalgaz var ama herhalde pahalı diye halk kömür kullanıyor. Kış soğuklarının iyice bastırdığı zamanlar, sabah-akşam sürekli yakılacak kömürle, bu kentte nefes alanın kanser olacağını tahmin etmek zor değil.
Erzurum, Kurtuluş savaşımızın önemli noktalarından biri aslında. Erzurum Kongresi’nin kurtuluşumuza katkılarını Erzurum’da hissedememenin üzüntüsünü yaşadım. Tarihi Kongre binasını dıştan görünce, 29 yıl önceki köhne halini hatırlayıp sevindim ilk başta. Tertemiz ve çok şık görünüyordu. Elden geçirilip bakımının yapılmış olması ne güzel diye düşündüm. Ama içine girince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Her şeyi ile yepyeni bir bina ile karşılaştık. Yerler, duvarlar, tavanlarda tarihten hiçbir iz bırakılmamıştı. Yerlere granit döşenmiş, pırıl pırıl parlıyor… Tüm ahşap kapıların yenileri takılmış, eski kapılar yok !!! Pencereler yenilenmiş, eskileri sökülüp atılmış. Binanın içine asansör dahi konmuş. Modern ve şık bir bina olmuş şüphesiz. Ama tüm eski doku yok edilmiş. Bina sanki yıkılıp yeniden yapılmış.
Bir yangın geçirdiğini öğreniyoruz binanın. Çok üzücü ama yine de eskisinin benzeri kapı ve pencereler yapılabilirdi. Yerler doğal taş ile eskisine uygun olabilirdi. Avizeleri görünce, buranın yeni bir düğün salonu olarak döşendiği hissine kapıldım.
Binanın Kongre Merkezi olduğuna dair, dışarıdaki yazısı dışında içerde hiçbir bilgi, açıklama, fotoğraf, levha hiçbir şey yok. Sanki gizlenmeye çalışılıyor. Binada tek bir Atatürk ve Kongre ile ilgili fotoğraf görememek beni derinden üzdü. Hemen yukarıda olduğunu bildiğim toplantı salonuna çıktık. Salonda delegelerin isimleri yazılı olan sıralar muhafaza edilmiş. Atatürk ve Kongre fotoğrafı yine yok. Açıklama yok. Yazık dedim, Erzurum yine kaybetti. Bir tarihi değerinin daha üstü örtülüyor ve Erzurumlu sesini çıkarmıyor. Erzurum’u Sevenler Derneği mi dersiniz, Erzurum Kültür ve Tarihini Yaşatma Derneği mi dersiniz, yoksa bile bu dernekleri hemen kurun lütfen ve kentinize sahip çıkın. Erzurum halkının şu anki gelir seviyesinden 3-4 kat daha fazlasını elde etme potansiyelinin olduğu açıktır.
Erzurum’un yemek kültürü kaybolmak üzere. Evlerde yapılan yöresel yemekleri yapan bir lokanta kalmamış. Erzurum Evleri projesi biraz fazla abartılmış. 12 ev birleştirilmiş, ama basık, havasız ve tıkış tıkış eşya doldurulmuş bir curcuna haline gelmiş. Yiyecekler özgün ve lezzetli değil. Otantik bir ortam görmek isteyenler için içine girip gezmek yeterli. Buraya bir havalandırma sistemi kurmadan insanların içeride zaman geçirmesini beklememek gerek. İçki olmadığından belki öğle yemeği için düşünülebilir ama akşam için değil.
Erzurum’un meşhur cağ kebabına gelince 29 yıl önceki lezzeti bulamadım. Koç Cağ Kebap salonu kentin en iyisi. Antalya, Bursa ve Ankara’da şubeler açmış. Darısı İzmir’in başına. Bu güzel lezzeti ara sıra tatmak gerek. Fakat nerede o eski lezzet… Herhalde yetiştirilen hayvanlar eskisi gibi leziz etlere sahip değiller diye düşünüyor insan. Fakat cağ kebap, bu haliyle bile birçok etten daha lezzetli.
DUMLU’NUN HÜZNÜ
51. Piyade Tümeni Destek Kıtaları Komutanlığı’nda Per. Atğm. olarak bulunduğum 29 yıl öncesi anılarla düştük tekrar Dumlu yollarına. Asker arkadaşım Nurettin ile tatlı bir heyecan içindeyiz. Erzurum’un 20 km. kuzeyinde Tortum yolunda bir garip kasabadır Dumlu. Eskiden belediyesi vardı fakir mi fakir. Şimdi yeni kanunla Belediye de kapatılmış ve Büyükşehir’e bağlanmış. Girişte okulu görüyoruz. Askeriyenin bütün imkânlarını akıtmıştık bu okula. Aynen duruyor. Aslında Dumlu aynen duruyor. Evleri, yolları, dükkanları, okulları ve camisiyle aynı Dumlu. Tümenin taşındığını ve artık cezaevi olduğunu duymuştum ama merak ediyoruz, kışla nizamiyesi, binaları, orduevi, kaldığımız bina duruyor mu? Yoksa yıkıldılar ve bir tarih bitti mi?
Kasaba girişinden sola döner dönmez Orduevi olarak kullandığımız bina çıkıyor karşımıza ve karşısında yatakhanelerimiz. Evet duruyor ama metruk. Camları kırık, bahçesini ot bağlamış… İçimiz burkuluyor. Önünde elle yazılan büyük bir yazı var; “Açık Ceza İnfaz Kurumunun Malıdır Girilmesi Yasaktır”. Kimse engelleyemez girmemizi deyip atlıyoruz kapının üstünden. Giriş kapısında Nurettin ile birlikte bir asker selamı, ama yüreğimizde hüzün. İçeri giriyoruz. Her taraf yıkık dökük. Orhan asteğmenin yeni gelen çaylakları uygun adım yürüttüğü koridorlarda tavandan düşen yıkıntılar arasından zıplayarak geçiyoruz. Sedat’la kaldığımız odayı buluyorum. Nurettin de kendi kaldığı odayı buluyor. Duşlar, çamaşırhane, tuvaletler virane vaziyette.
Köylüler bizi fotoğraf çekerken gördüler. Birkaç dakika içinde cezaevi arabası ile görevliler geliyor. Cezaevi müdürüymüş gelen. Kendimizi tanıtıyoruz. Çok sıcak karşılıyor müdür bey. İzmir Buca’dan buraya tayin olmuş. Ailesi halen İzmir’de. Tümen kışla binaları 2007’de cezaevine dönüşmüş. Orduevi binaları ise o tarihten beri sahipsiz kalmış. Halk içini talan etmiş. Daha yeni teslim almışlar. Belki de tadilattan geçirip kullanacaklarmış. Bizi cezaevine yani eski tümene davet etti. Zaten beklediğimiz buydu. Esasen tüm halka açık bir manej yapılmış. Bize orayı gezdirebileceğini, bu sayede eski tümeni de görebileceğimizi söyledi. Heyecan başladı bizde… Müdürün arabası önde, bizimki arkada girdik nizamiyeden içeri. Tümen binaları aynen duruyor. Cezaevinin, dolayısıyla eski tümen binalarının fotoğraflarını çekmek yasak. Çekemediğime üzülüyorum ama yapacak bir şey yok. Halka açık olan at eğitim tesislerine geliyoruz. Orada tabii fotoğraf serbest. Özürlü çocukların rehabilitasyonu için ata binme eğitimleri veriliyor. Yetişkinlere de ayrıca eğitimler veriliyor. Gerçekten büyük hizmet. Aileler çocukları ile gelmiş, hep beraber ata biniyorlar. Küçük pony cinsi atlar da var çocuklar için. 30 civarı at varmış. Müdür bizi cezaevi savcısı ile tanıştırıyor. Erzurumluların ata düşkünlüğü göz önüne alınırsa, belli ki tesis önemli bir hizmet verecek. Kuranlara, savcısıyla, müdürüyle, hemşiresiyle, tüm emek verenlere tebrikler.
Destek Kıtaları binasına yaklaşmak için izin istiyorum, biraz yaklaşmamıza izin veriyorlar. İki dakikalığına etrafı ayırt etmeye çalışıyoruz Nurettin’le… Halen hepsi olduğu gibi duruyor. Binada hükümlüler var ve fazla yaklaşmamız yasak haliyle. Bu kadar nostalji yeter diyoruz. Müdüre teşekkürlerimizle ayrılıyoruz kışladan. Tekrar orduevinin önündeyiz. Son fotoğrafları çekip, yıkılmadığına şükrediyoruz. Dumlu’nun içinde bir tur atıyoruz. Yine aynı yoksulluk, aynı bezmişlik… Askeriye de gidince en büyük gelir kapılarını kaybettikleri için daha da kötü haldeler. Elveda Dumlu, 29 yıl öncesinden sana selam olsun.
Murat Moralı