İçeriğe geç

KUZEY KIBRIS (30 Ekim – 02 Kasım 2014)

DSCN2126

Güzel ve Sevimli Girne (Mendirekten Kale)

22.45 Uçağı ile İzmir-Lefkoşa direk uçacağız. 1 saat 25 dakika uçuş süremiz. Gecenin bir vakti, ilk kez gideceğimiz bir yere inmek hiç hoşuma gitmiyor. Biraz tedirginim,  zira ilk kez soldan trafikte, gece karanlığında araba kullanıp otelimizi bulacağız. Önceden “rent a car” rezervasyonu yaptığımız için rahatız. Ama minicik Ercan Havaalanı’na inince sadece 2 adet araba kiralama şirketi olduğunu ve ikisinde de bizim rezervasyonumuzun görünmediğini anlıyoruz.[i] Fakat anlayamadığımız bir şekilde başkası adına rezerve edilmiş bir araç bize veriliyor. Günlük 80-TL.den kiralama ücretini peşin alıp, ne teminat ne kredi kartı, arabayı bize teslim ediyorlar. Yalnız uyarıyor; burada kasko ilk 500.-EUR’dan sonra başlar. 500-EUR’luk hasarı siz ödersiniz diye[ii]. Boş depo aracı teslim edip, havaalanının yakınındaki benzinciden hemen benzin almamızı, yoksa bu saatte şehirde açık benzinci bulamayacağımızı söylüyor.[iii]

                     Murat direksiyona geçiyor ve ilk bir iki sağ şerit ihlalinden sonra, soldan gitmeye alışıyoruz ve hemen depoyu doldurtuyoruz. Deponun sadece 150-TL’ye süper benzinle nasıl dolabildiğine hayret ediyor ve GPS’imizi otele kuruyoruz. Çok yaşa Sygic[iv], daha çok yaşayasın, eliyle koymuş gibi otelimize götürüyor bizi. Otelimiz tam istediğimiz yerde, tam şehrin kalbinde. Girne Tarihi Liman içinde.

                      İlk günümüzü Girne’ye ayırdık. Otelden çıkar çıkmaz, öncelikle gezeceğimiz tarihi limanın içindeydik zaten. Hemen karşımıza çıkan turizm danışmadan bolca kaynak rehber[v] desteğimizi yapıp turumuza başlıyoruz.

       Tarihi Liman ve Kale yan yana. Özellikle tercih etmemiştik ama Ekim-Kasım’ın Kıbrıs’ı gezmek için en ideal zaman olduğunu anlıyoruz. Zira güneşten kavrulmadan, açık havada rahatça gezebiliyorsunuz.

         Çok iyi korunmuş; Lüzinyan, Venedik, Osmanlı ve İngiliz medeniyetlerinin sürekli bir şeyler ekleyerek ve sağlamlaştırarak bugüne kadar taşıdıkları güzelim kaleyi 2 saatte gezip, acıkmasak da şeftali kebabı yemek için, otelden aldığımız tavsiye ile Niazi’s Restoran’a gidiyoruz. O da şehrin ortasında zaten. Biz şeftali kebabı diyoruz ama garson bize fiks menü tavsiye ediyor. 8 çeşit meze 5 çeşit sıcak hepsinden tadarsınız. Peki diyoruz, peki de şeftali kebabı nasıl bir şey? Hemen ocak başındaki ustanın yanına oturup  tarifi kapıyorum. Dana kıyma ile yapılan köfteye oval şekil veriliyor ve kuzu gömleğine sarılarak ızgarada pişiriliyor. Kolestrol bombası yani. Gelen tüm kebapları afiyetle yiyip, Bellapais Manastırına doğru yola koyuluyoruz. Bu sefer Sygic bizden azarı işitiyor, manastırı bulamadı çünkü. Sonra ona da hak veriyoruz gerçi, aynı bölge garibimde başka isimde bizde başka. Sonunda el yordamıyla bulduk ve otoparkına arabamızı park ettik[vii].

                Tepeye kurulmuş Bellapais Manastırı’nı gezdikten sonra, hemen yanındaki devlet işletmesi Kibele Restoran’da şarap içerek (ve içtiğimiz şarabın güzelliğine ve ucuzluğuna hayret ederek)  muhteşem gün batımı manzarasına bırakıyoruz kendimizi. Bir yanda şahane bir şekilde gün batarken bir yandan da aynı güzellikle ışıklandırılıyor Bellapais.

               İleri saat uygulaması sonucu  17:00’de havanın kararmasıyla, birden her yer ıssızlaşıyor. Arabamıza atlayıp batıya,  Lapta istikametine, balık yemek için tavsiye aldığımız Hürdeniz’e gitmek için yola koyulduk. Boyun devrilsin Sygic, Hürdeniz’i bulamadı, bizi Ambians Beach Club’a götürdü. Yağmur yağdığı için deniz kenarına servis yapamıyorlarmış ama kapalı yeri ile de nezih bir restoran. Güleryüzlü, neşeli garsonlar bize fix menü alın diyorlar yine ve bu sefer 12 çeşit meze, 8 çeşit sıcak, şeftali kebabı dahil. Güzel bir ziyafetten sonra deniz kenarına çıkıyoruz biraz. Yağmur yokken ve gün batımından önce gelmek varmış. Konumu, plajı rüya gibi, tam keyif  yapmak için.

               Dönüş yolunda, Sygic’in yapmadığı işi ben yapıyorum ve Hürdeniz’i  görüyorum. Hemen bir raptiye koyuyoruz; bari yarın bizi doğru-düzgün getir!

             Ertesi gün için planımız Lapta, Güzelyurt ve devamında Lefkoşa. Lapta’da bale okulu olarak kullanılan bir kiliseye gülümseyip, yola devam ediyoruz.[viii] Askeri sınırlar içinde kalan alanda, Mavi Köşk levhasını görüp yoldan sapıyoruz. Sempatik, cana yakın asker kimliklerimizi alıp, köşke yönlendiriyor, asker rehber gezdirecekmiş bizi. Giriş 3 TL ama nakit değil, kartla ödenmek zorunda. Grup toplanınca galoşlarımızı giyip köşkü turlamaya başladık. 35 dakika sürüyormuş, bizim o kadar zamanımız yok (keşke olsaydı) yarıda bırakarak çıkıyoruz[ix]. İstikamet Lefkoşa. Acelemiz var, hoş acelemiz olmasa da hızdan hoşlanan bir kaptanımız var, trafik cezası yemek bizim değişmez karakterimizdir! 156-TL hız sınırı cezasını çok kibar ve neşeli bir şekilde kesen polisimiz, bizi ödeme yapmak üzere Polis Merkezi’ne yönlendiriliyor. Zira ceza sadece orada ödenebiliyormuş.

                Lefkoşa bizi çok şaşırtıyor. Her yerinden tarih fışkıran, kültür saçan bir şehir.   Nereye bakacağımızı şaşırıp, eyvah yetişmeyecek telaşı ile koşturuyoruz. Surlar içinde, 3 giriş kapısı olan güzelim Lefkoşa’ya Girne Kapısı’ndan giriyoruz. Camiye dönüştürülmüş katedraller, camiler, hanlar, hamamlar, her tarafınızı tarih kuşatıyor. Tam ortasından, göbeğinden, ikiye bölünmüş şehir. Öyle olduğunu kitabi bilgi olarak biliyoruz zaten ama, insanın gözü ile de görmesi çok farklı, inanılmaz, çarşının ortasından ikiye bölünmüş. Lokmacı Sınır Kapısı’nda iki taraflı kuyruk. K.K.T.C.’li  Türkler diğer tarafa geçebiliyor ama biz T.C.’lere mümkün değil. Çünkü devletler hukuku kurallarına göre tanınmamış bir kapıdan (Ercan Havaalanı) girmişiz ve Kıbrıs’a kaçak yollarla girmiş sayılıyoruz. Shengen vizemiz de olsa önce Türkiye’den Atina’ya uçacaksın, Atina’dan Kıbrıs Rum kesimine, 10 metreyi aşmak için…

                   Lokmacı sınırından, Ledra Palas sınırına yürüyoruz, fotoğraf çekeceğiz ama foto da yasak. Surların üstünden çekebilirmişiz. Ne yazık ki hava karardı yine ve yine anlayamadığım bir şekilde el ayak çekiliverdi her yerden.

          Büyük Han’da yorgunluk çayı içip, dükkanlara bakmayı-otantik bir şeyler almayı hedefliyoruz ama saat henüz 17.00 olmasına rağmen handaki dükkanlar kapalı. Neyse ki çay var, tek-tük de müşteri.

          Bursa – Koza Han benzeri huzurlu Büyük Han’da, huzura erdikten sonra akşam yemeği için yola koyuluyoruz.

        Bu sefer Sygic, eliyle koymuş gibi (raptiye koyduk tabi) Hürdeniz’i buluyor ve bizden aferini alıyor. Ben anladım mevzuyu; burada restoranlar çözmüş işi. Sen bize ver 50-60 TL.’yi al fix menüyü, gerisini düşünme diyorlar. Menüde ne varsa hepsi geliyor önüne. Ne diyordu Cem Yılmaz; “Little little on the middle”. İçki hariç, o da çok ucuz zaten. Türkiye’de içki mi içiyorsun vergi mi, içip içip aydınlanıyorsun[x].

        Ve son günümüz. 21.40 uçak saatimize kadar çok km. yapacağız bugün. Kıyı şeridinden doğuya, Karpaz’a kadar gidip, İskele üzerinden Gazimağusa’ya ulaşacağız. Mağusa’dan da Ercan Havaalanı’na. Yollar çok güzel, trafik rahat, keyifli bir yolculukla Karpaz Marina’ya kadar gidiyoruz.  Şehirlerarası yollarda seyrederken, köy yollarından geçerken, tarlada çalışanları, çiftçilik yapanları seyretmeyi severim ama, burada doğru dürüst manzara çıkmıyor bana.

       İskele – Gazimağusa arası çok güzel. Plajlar, yazlık siteler, tatil köyleri çok keyifli[xi]. Zamanımız azaldı ve ne yazık ki Salamis Antik Kenti’ni pas geçmek zorunda kaldık. Yine havanın kararmasına 2 saat var ve biz telaşla surlar içine giriş kapısını arıyoruz, soruyoruz ; ilerden sola bük, kaptır git. Sola büktük ve Surlarla çevrili güzel Mağusa’ya girip arabamızı park ettik. Her yerden tarih fışkırıyor.  Her yer Venedik ve Osmanlı izleriyle dolu[xii]. Ve tabi Namık Kemal .

     Şunu anlıyorum ki, Lefkoşa’ya da Gazimağusa’ya da birer tam gün ayrılmalıymış. Ve şunu anlamıyorum ki, neden buralara daha çok kültür turları düzenlenmez, neden buraların tanıtımı daha çok yapılmaz. Kıbrıs denince ilk akla gelen otel-deniz-kum ve kumar turizmi. Oysa ki çok büyük bir tarih var ve dimdik ayakta. Turizm adına yapılacak çok şey var ama atıl kapasite olarak duruyor. Turistik yerdeki dükkanların cumartesi öğlen kapatıp, Pazar da kapalı kalmalarını aklım almıyor.[xiii] [xiv]

     Alkımının almadığı başka bir şey de arabayı havaalanı otoparkına getirdiğimizde ilgilinin  telefonda söylediği idi, “ tamam şimdi ben yokum, siz parkedin gidin, anahtarı da bankoya bırakın”.   Peki.

      Hakkında yüzlerce şey okunsa da, çok yakından bilinse de gözle görülesi, kulakla duyulası, burunla koklanası, doyasıya yaşanıp ciğerlere çekilesi güzelim  Girne-Lefkoşa-Gazimağusa.

                                                           Emine Moralı

******************************************************************************************************

[i] (MM dipnotu) Rezervasyonumuzu bir Kıbrıs turizm web sitesinden yaptırmıştık. Telefon ettik, rezervasyonumuzun EVA Rent a Car firmasında olduğunu öğrendik. Tekrar gidip sorduk EVA’ya. Rezervasyon başka birinin adına gözüküyor. Elimizdeki rezervasyon çıktısında ise firma ismi yazmıyor. Sonunda firma görevlisi arabayı bize verdi ama adına rezervasyon gözüken kişi gerçekten başkası mıydı, yoksa bizim ismimiz yanlış mı yazılmıştı anlaşılamadı. Araba kiralayacaklar Kıbrıs’ta uluslararası kiralama şirketlerinin olmadığını, sadece iki büyük firma olduğunu bilsinler. Biri EVA diğeri de SUN Rent a Car. Doğrudan kendi web sitelerinden rezervasyon yaptırmakta fayda var;   http://www.evarentacar.com/  http://www.sunrentacar.com/

 [ii] (MM dipnotu) Muafiyet tutarı 500.-Euro. Her kazada ilk 500.-Euro’dan sonrasını ödüyorlar. Dolayısıyla küçük kazaların tamamı size ait. Kıbrıs şoförleri dikkatli ve saygılı. Yollar güzel. Bu nedenle korkacak fazla bir şey yok.

 [iii] (MM dipnotu) Güzel bir uygulama var Kıbrıs’ta; kırmızı plakalar kiralık araba, sarı plakalar ticari, beyaz plakalar özel. Hangi arabanın kiralık araba olduğu belli oluyor. Dolayısıyla herkes kırmızı plakalardan uzak durmaya çalışıyor. Ne de olsa kırmızılar soldan akan trafiğe yabancı. Siz de öyle yapın, kırmızılardan uzak durun.

 [iv] (MM dipnotu) Sygic bir navigasyon programı. Türkçe sesli uyarısı da var. Cep telefonuna kurulup istenilen ülkenin karayolları haritası indirilebiliyor.

 [v] (MM dipnotu) KKTC Turizm Bakanlığı’nı yayınları konusunda kutluyoruz. Birçok dilde hazırlanmış nefis broşürler, haritalar ile turistin işini iyice kolaylaştırmışlar. Azerice broşür dahi var. Kapakta “Şimal Kipr” yazıyor. Sonradan uyanıyoruz “Kuzey Kıbrıs”ın Azericesi olduğuna.

[vii] (MM dipnotu) KKTC bütün yerleşimlerin adını değiştirmiş ve hepsine Türkçe isimler vermiş. Ancak KKTC başka ülkelerce tanınmadığı için bu isim değişikliklerini hiçbir ülke haritalarına işlememiş. Dolayısıyla bir harita programı olan Sygic’te de yerleşimlerin Rum isimleri kayıtlı. Biz Türk isimleri arayınca hiçbir yer bulunamadı. Olayı anladıktan sonra, gitmek istediğimiz yeri harita üzerinden işaretleyince sorun çözüldü.

 [viii] (MM Dipnotu) Lambousa (Laphitos) antik kentine ayıracak zamanımızın kalmadığına üzülüyoruz.

[ix] (MM Dipnotu) Mavi Köşk, Makarios’un da avukatlığını yapan Paulo Paolides isimli İtalyan asıllı bir Rum tarafından 1957 yılında yaptırılmış. Paolides’in silah kaçakçılığı yaptığı ve bu köşkü bu sayede yaptırdığı söyleniyor. Köşkün salonunda süt banyosu yapılan bir havuz, değerli tablolar, özel para kasaları, merkezi sistem ve tüm odalara menfez sistemi ile dağıtılmış bir ısıtma-soğutma (klima) sistemi dikkatleri çekiyor.

 [x] (MM Dipnotu) Kıbrısta 70’lik Tekirdağ 29.-TL. 1 litrelik 39.-TL. Tabii ki alıp stok yapmaya çalıştık. Market fiyatı ile Duty Free fiyatı hemen hemen aynı. Duty Free’den 1 litrelik Yeni Rakı’yı ikili pakette 21.-Euro’ya aldık. Yani 60.-TL bile değil. Türkiye’de iki katından bile daha pahalı olan içki fiyatları insanı isyan ettiriyor.

[xi] (MM Dipnotu) Karpaz Yarımadası’nın, yani doğuya doğru dil gibi uzayan yarımadanın güney tarafı Kuzey Kıbrıs’ın en güzel sahil kesimi. Kuzey ve batı rüzgarlarına kapalı koylar, uzun plajlar, tam bir tatil cenneti yaratmış.

 [xii] (MM Dipnotu) Osmanlı işin kolayına kaçmış; Koskoca katedrallerin yanına bir minare kondurmuş olmuş sana cami. Dışardan bakıyorsun, muhteşem bir katedral, sanırsın Notre Dame, yanından bir minare uzanıyor ve camii olarak kullanılıyor. Tabii camii olunca içindeki bütün Hıristiyan simgeleri kaldırılıyor ya da kapatılıyor. Bu yapıların derhal müze olması ve kesinlikle korunmaya alınmaları lazım. Kullanılırken birçok yeri tahrip oluyor. Bazı yerlerini onarmak için beton döküldüğünü görünce içimiz sızladı. Bu yapılar, yapıldığı tarihteki teknikle onarılmalı, kesinlikle beton ya da günümüzün başka teknikleri ile orjinallikleri bozulmamalı.

 [xiii] (MM Dipnotu) St. Nikolas Katedrali’nin (Lala Mustafa Paşa Camii) arkasından denize doğru dik inen sokaktan yürüyün. Bandabuliya’yı solunuza alın ve yolun sonuna kadar gidin. Surlarda bir burç ile karşılaşacaksınız. Burca çıkan dik bir merdiven göreceksiniz. O merdivenden burcun tepesine mutlaka çıkın ve hem limanı hem de Mağusa’nın sur içini panoramik olarak izleyin. Yorulduysanız hemen burcun karşısında Petek Patisserie sizi ağırlayıp yorgunluğunuzu gidermeye hazır. Ankara’nın Pelit Pastanesi’ne benzeyen bu müessesenin ürünleri kaliteli ve denemeye değer. Çayı ise çok güzel.

 [xiv] (MM Dipnotu) Mağusa’da İzmir’li dostlarımızla karşılaştık. Kıbrıs’ta banka müdürlüğü yapıyorlarmış. Onların tavsiyesi ile akşam yemeği için Eziç Restaurant’a gittik ve çok memnun kaldık. Herkese rahatlıkla tavsiye edebileceğimiz bir restaurant. Ağırlıklı et üzerine olmakla birlikte balık menüleri de var, pizza veya makarna gibi seçenekler de. Lezzet duraklarından biri bence. Kalitesine göre fiyatları da makul.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: