LİZBON (8-10 Haziran 2015) – PORTEKİZ 2. Bölüm
9 mins read

LİZBON (8-10 Haziran 2015) – PORTEKİZ 2. Bölüm

LİZBON’A VARIŞ

Lizbon’a THY’nin tarifeli seferi ile gittik. İstanbul’dan 5 saat sürüyor. İner inmez, okuduklarımızdan öğrendiğimiz Lisboa Card almak için havaalanındaki danışmaya uğradık. 2 günlük karta kişi başı 36 Euro verdik. Bu kart ile, otobüs, tramvay, metro ücretsiz. Bazı müzeler ücretsiz, bazılarında indirim var. Sisteme ilk ne zaman okutulursa o zaman işlemeye başlıyor. Şehir turu yapan otobüslerde indirim var (ama önemsiz bir indirim). Bazı restoranlarda indirim var. Sonuçta müzelerde faydasını gördük ama 36 Euro’ya değmediğini söyleyebiliriz. Çünkü ulaşıma zaten para ödemedik. Üstü açık otobüslerden aldığımız biletle iki gün boyunca zaten önemli her yere bu otobüslerle gittik. Metroyu kullanmak istemedik, çünkü etrafı görüp yaşamak istedik. Birçok yere yürüyerek gittik. Sonuçta kartı sadece müze girişlerinde kullandık. Kart belki kendini amorti etti belki de etmedi.

Havaalanından kartımızı hemen aktive etmemek için otobüs ya da metroyu kullanmak istemedik. Taksi 10 Euro’ya şehir merkezindeki otelimizin kapısına kadar bizi götürdü. Mesafeler çok uzak değil. Taksi ücretleri de makul.

LİZBON’UN MERKEZİ BAİXA VE ALFAMA

Otelimizi her zaman olduğu gibi şehir merkezinde tercih ettik. Lizbon’un şehir merkezi, yani “old town” (eski şehir) Baixa (Bayşa diye okunuyor). Aslında, Lizbon’u 700’lü yıllarda fetheden Araplardan kalma Alfama mahallesi daha da eski şehir. Ancak günümüzde halen Arap ve Afrika kökenlilerin yaşadığı bir gecekondu mahallesi görünümünde.

Lizbon 1755 yılında büyük bir depremle yerle bir olmuş. Bu depremden en az etkilenen Alfama mahallesindeki evlermiş. Bayşa Mahallesi’nde ise taş taş üstünde kalmamış ve o tarihlerdeki imparatorluğun zenginliği sayesinde dört başı mamur şekilde yeniden yapılmış. Dolayısıyla geniş caddeler, ızgara modeli bir şehirleşme ile daha düzenli bir merkez yaratılmış. Ancak Bayşa’daki en eski bina, haliyle 1756 tarihli. Alfama’da ise kentin eski dokusu olduğu gibi duruyor. Daracık sokaklarda düşük gelirlilerin yaşadığı eski mi eski binalar arasında yürüyüş yapmak Lizbon hakkında size epey fikir verecektir.

Bayşa’dan kareler:

MERKEZDE OTEL SIKINTISI

Otelimize eşyalarımızı bırakıp hemen Bayşa’yı dolaşmak istiyoruz. Otelimiz; Hotel Lis. Sözüm ona 4 yıldız. Eski bir binanın başarılı bir restorasyonu. Odamıza çıkınca bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. O kadar küçük bir oda ki dönecek yer yok. Bizim karavan bile daha geniş. Hemen odayı değiştirmek istediğimizi söylüyoruz ama hepsi aynıymış. Bu ufacık odaya gecelik 114 Euro vermek hiç içimize sinmiyor. Bir süit oda boşmuş, o da 150 Euro. Kalsın diyoruz. Bu gece mecburen kalalım, şehri dolaşırken otellere de bakalım, gerekirse yarın oteli değiştiririz düşüncesindeyiz. Şehri dolaşırken merkezdeki otel fiyatlarının el yaktığını görüyor, temizlik ve personelin kalitesini düşünüp otelimizde kalmaya devam ediyoruz.

Bayşa’da genelde eski binalarda otel kalitesi çok düşük ve fiyatlar oldukça yüksek. Hosteller ise ortak banyo ve tuvaletli. Öğrenciler ve gençler için şehir merkezinde, temiz ve ucuz, çok iyi seçenek olabilecek birçok hostel var. Aslında 3 yıldızlı otellerin bile ortak banyo ve tuvaletli olduğunu görünce şaşırmayın Bayşa’da.

Şehir merkezinden uzaklaştıkça otellerin fiyatları düşüyor ama kaliteleri yükseliyor. Son günümüzde (12 Haziran) Porto’dan geç saatte dönüp ertesi gün sabahtan uçağımız kalkacağı için havaalanına yakın bir otelde kaldık. 3K Barcelona isimli 4 yıldızlı otel hem çok daha güzel, hem büyük bir oda, hem de 75 Euro idi.

BAYŞA SOKAKLARI

Bayşa’nın kendine özgü bir havası var. Canlı değil. Sokak sanatçıları var ama dilenci tarzında. Gerçek dilencisi ise çok. Sokaklarında gezmek, binaların geçmişini hayal etmek, cadde ortasındaki restoranlarına, kafelerine oturmak, etrafı izlemek keyifli, ancak monoton. Ana cadde olan Rua Augusta’dan, deniz kenarındaki Praça do Comercio’ya (Ticaret Meydanı) (Prasa do Komersio okunuyor) çıkmak ve büyük meydanın keyfini çıkarmak gerek. Ancak Avrupa’nın diğer büyük kentlerinde olduğu gibi meydanlar hareketli değil. Ressamlar, karükatüristler, el işi yapanların tezgahlarını göremeyeceksiniz. Kocaman ama bomboş bir meydanla karşılaşacaksınız. Denize inen merdivenlerde oturan gençler sanki gel-giti bekler gibi hareketsizce denizi izliyorlar. Kenarda bir-iki kafe, ama keyifsiz.

Augusta Caddesi’nden denizi arkanıza alıp ters istikamette sonuna kadar yürürseniz Figueira Meydanı’na çıkarsınız. Bu meydan, üstü açık otobüslerin kalkış noktası. Aynı zamanda taksilerin ve tuk-tukların da merkez durağı. İlginçtir ama, deniz kenarında, çok güzel bir manzarası olan Ticaret Meydanı’ndan daha hareketli ve canlı bir meydan.

TUK-TUKLAR

Tuk-tuklar burada eski üç tekerlekli motorların arkalarını değiştirerek oluşturulmuş değişik versiyonlara sahip. Taksilerden daha pahalı, ancak yine de epey müşteri buluyor. Özellikle Alfama’nın araba giremeyen dar sokakları için en iyi seçenek tuk-tukla dolaşmak. İşte tuk-tuklar:

YEDİ TEPELİ LİZBON

Lizbon da İstanbul gibi yedi tepeli bir şehir. Her tepesinden manzara çok güzel. Özellikle tepelerden birine kurulu kaleden. Tepelerde bulunan semtlere ulaşım ise asansörlerle sağlanıyor. Santa Justa asansörü nostaljik bir asansör. Orijinal haliyle artık Lizbonlulardan çok turistleri taşıyor. Ne zaman gitsek önünde bir kuyruk. En az yarım saat bu kuyrukta bekleniyor. İzmirdeki asansöre benzemekle birlikte dışı tamamen demirden olan bu asansör, 1902 yılında, Gustave Eiffel’in yanında çalışan Portekizli mühendisRaul Mesnier du Ponsard tarafından yapılmış.

AKŞAM YEMEĞİ GAMBRİNUS’TA YENMEMELİ

Akşam yemeği için, bazı ünlü gezginlerin yazdıklarını okuyarak Gambrinus Restoran’a gidiyoruz. Ortam güzel, ama el işçiliği deri kaplı sandalyeler, bunlara oturmanın biraz pahalı bir sonucu olacağı hissini veriyor. Aperatif olarak beyaz Portekiz şarabı yanında istridye istiyoruz. Menüdeki fiyatları görünce çorbayla yetinmenin daha iyi olacağını düşünüyoruz. Müşterilerin hepsi baloya gider gibi giyinmiş son derece şıklar. Garsonlar fraklı. Biz ise fena halde sırıtıyoruz ve bu ortamdan son derece sıkılıyoruz. Hemen hesabı isteyip kendimizi dışarı atıyoruz. Çıkınca birbirimize söylediğimiz şeyler aynı; hiçbir özelliği olmayan gereksiz kasıntı bir restoran.

İlk günümüz tamamlanırken, Lizbon hakkındaki düşüncelerimiz; sönük bir şehir olduğu yönündeydi. Ertesi gün ise Lizbon’u keşfettikçe hiç de öyle olmadığını anlayıp bu düşüncenin tamamen tersine dönmeye başladık; keşfedecek ne çok şey varmış…

Devamı 3. bölümde …

Bir Cevap Yazın