İçeriğe geç

LİZBON (2) – (8-10 Haziran 2015) PORTEKİZ (3. Bölüm)

ŞEHİR TURU

9 Haziran günü sabah ilk işimiz şehir turu yapan üstü açık otobüslerin biletini almak oldu. Ticaret Meydanı’nda (Praça do Comercio) bilet satış büfesi var. İki ayrı firma var. Bir sarı otobüs diğeri kırmızı. Bizim Lisboa Card sarı otobüslerde indirim sağladığı için sarının gişesine gidiyoruz. İki ayrı tur var. Sadece bir turu alırsan karta indirim var. İki turu birden alırsan zaten indirim var ve kartın bir avantajı yok. İki turu birden kişi başı 19 Euro’ya alıyoruz. 48 saat geçerli.

Ticaret Meydanı’nın bir sokak arkasındaki duraktan binilebiliyor otobüse. 12 dilde sesli rehber var ama ne yazık ki Türkçe yok.

Şehir turunda Bayşa’dan (Baixa) Figueira Meydanı’na dar yollardan geçen otobüsümüz daha sonra Liberdade Caddesi’ne çıkınca gözlerimize inanamıyoruz. O kadar geniş bir cadde ki, hem iki yanda çok geniş kaldırım, hem üçer şerit geliş-gidiş yol, hem de orta refujde yedişer kişi maç yapacak saha var. Ve de yemyeşil. Cadde boyunca neredeyse 100 yıllık ağaçlar, parklar, havuzlar… Meğer öğreniyoruz ki cadde sonradan büyük bir parkın içinden geçmiş. En ünlü markalar cadde boyunca sıralanmış. İşte Avenida da Liberdade yani Özgürlük Bulvarı:

Bu caddenin sonunda Marques de Pombal Meydanı ve sonrasında da yokuş şeklinde Eduardo VII Parkı var. Bu parkın üstünde de Ventura Terra ve Amalia Rodrigues Bahçeleri yer alıyor. Neden bunların isimlerini teker teker yazıyorum? Gezilmesi ihmal edilmesin diye. Ventura Terra Bahçesi 7 tepeli Lizbon’un en güzel tepelerinden biri. Denize doğru tüm Lizbon ayak altında hem de Eduardo VII Parkı’nın nefis görüntüsü eşliğinde.

Marques de Pombal Meydanı;

Ventura Terra ve Eduardo VII Parkları;

Şehir Turu’nda sırada 25 Nisan Köprüsü ve ardından Belem bölgesi var.

BELEM LİZBON’UN EN ÖNEMLİ BÖLGESİ

Belem’de Jeronimos Manastırı’na gelince iniyoruz. Bu manastır Unesco Dünya Mirası Listesi’nde. Taş oyma işçiliğinin en önemli örneklerinden biri olan manastırın inşaasına 1501 yılında, Vasco de Gama’nın Hindistan’ı keşfi şerefine başlanmış ve her yıl baharat ticaretinden kazanılan 70 altın harcanarak 70 yılda bitirilmiş.

Manastır külliyesi içinde Deniz Müzesi ve Arkeoloji Müzesi de Jeronimos’un hemen yanında bulunuyor.

DENİZ MÜZESİ

Önce Deniz Müzesi’ni geziyoruz. Bu müze, Portekiz’i anlamak için mutlaka gezilmesi gereken bir müze. Denizlere ve denizciliğe önem veren bir ülkenin, hem de ufacık bir ülkenin, ileriyi gören yöneticileri sayesinde nasıl bir Dünya devi haline geldiğini görüyorsunuz bu müzede.

DSC02519Müzenin sonunda, 1961-1974 arası Angola ve Mozambik’e karşı yürütülen savaşın çirkin yüzü ile karşılaşıyorsunuz. 1. bölümde yazdığım gibi, Amerika’nın Vietnam’da uyguladığı insanlık dışı savaşın bir benzeri de Afrika’da yaşanmış. Bağımsızlık hiçbir zaman ülkelere altın tepside sunulmamış. Tüm ülkeler, canı pahasına yürüttükleri savaşlarla kazanmış bağımsızlıklarını…

JERONİMOS MANASTIRI BİR UNESCO DÜNYA MİRASI

Deniz Müzesi’nden sonra Jeronimos Manastırı’nı geziyoruz ve oldukça etkileniyoruz. Böyle bir taş işçiliğini daha yeni kendi ülkemizde görmüştük. Sivas Divriği’deki Ulu Camii ve Darüşşifası 1200’lü yıllarda inşa edildiği için daha değerli tabii. Ancak Divriği’de 3 ayrı kapıda yoğunlaşmıştı mükemmel taş işçiliği. Jeronimos Manastırı’nda ise her yerde… Sütunlarda, kemerlerde, duvarlarda, tavanlarda, kısacası önüm, arkam, sağım, solum enfes taş oyma işçiliği ile bezenmiş vaziyette. Jeronimos’un kapısı da muazzam. Ancak iki kapıyı karşılaştırırsak Divriği daha baskın bir sanat ve işçiliğe sahip.

Manastırın içindeki kilise bölümündeki tavan yüksekliği de oldukça heybetli. Sütunlardaki kabartmalar saatlerce seyredilesi güzellikte. Manastırı kesinlikle zaman ayırarak gezin. 10 dakikada girer çıkarım diye düşünürseniz hata edersiniz. Karelere sığmayan, taş işçiliği sanatının zirvesini kaçırmış olursunuz.

BELEM PASTANESİ

Jeronimos Manastırı’ndan çıkınca hemen aynı hizada, yaklaşık 500 metre ilerde, Lizbon’un başka bir simgesi var; Belem Pastanesi. Bir pastane için Lizbon’un simgesi lafı size biraz abartılı gelebilir. Ancak bu lafta abartı yok. Belem Pastanesi’nin kuruluş tarihi 1837. Yani şu anda 178 yaşında. Hangi fani bu yaşa ulaşmış? Daha da önemlisi, bu pastanenin ürettiği bir pasta şu anda Portekiz’in en sevilen ve tüketilen tatlısı. Bu pastane, kendisi ürettiği için adını “Belem pastası” koymuş, ancak aynı pastayı sonradan üretenler, aynı ismi kullanmak istememişler ve “Nata” demişler. Birçok pastanede natayı denedik. Kesinlikle en iyisi Belem Pastanesi’ninki. Pastanenin içi o kadar büyük ki, kaybolabilirsiniz. Portekizlilerin çiniye düşkünlüğü bu pastanenin duvarlarında zirve yapmış. Çiniden tablolar mükemmel. “Belem pastası” ya da “nata” nasıl bir tatlı derseniz, şöyle tarif edebiliriz: Milföyü bilirsiniz. İşte bu milföyü küçük bir çanak şeklinde açtığınızı düşünün. İçine yumurta sarısı bol bir muhallebi koyup fırınlıyorsunuz. Muhallebinin üstü kahverengi olunca siyaha dönüşmeden fırından çıkarıyorsunuz. Hepsi bu. Lezzeti ise çok güzel. Belem Pastanesi’nin önünde her daim “take away” yani elde alıp gitmek için kuyruk var. Kuyrukta bekleme süresinin 20 dakika olduğunu söylüyor bekleyen müdavimler. İçeride oturmak istediğimizden yer aranıyoruz. Pastane dehliz gibi, o kapıdan gir bu kapıdan geç, kocaman salonlar, küçük salonlar, devasa bir yer ama tek bir boş masa yok!!! Olmaz, ille de oturacağız. İleride bir levha görüyoruz; “lütfen burada sıraya giriniz” diye. İyi girelim de tam levhanın önünde boş bir masa var. Uyanığız ya, hemen o masaya doğru seyirtip bir güzel oturuyoruz, işte zafer, yer bulduk !!! Bekle bekle garson gelmez bu sefer, el et seslen, neyse ki sonunda bir garson geliyor ve büyük bir iştahla hemen siparişlerimizi sıralamaya başlıyoruz; “4, yok yok 6 tane Belem pastası, 2 çay v.s. derken garson tüm kibarlığı ile “siz gruptan mısınız?” diye sordu. Yooo, ne grubu, boş masa bulduk ve oturduk. Garson ilerdeki yazıyı gösteriyor; “sadece gruplara ayrılmıştır”. Bize bekleme sırasının önünde kuyruğa girmemizi söylüyor, 10 dakika sonra sıranız gelir diyor, mecbur kalkıp sıraya giriyoruz ve gerçekten 10 dakika sonra sıramız geliyor. Bu kadar zahmetten sonra yenilen Belem pastalarının tadına doyum olmuyor tabii. Pastalarımızı yerken önümüzdeki muazzam sirkülasyonu gözlemliyoruz. Bazen kuyruk uzuyor. Masalar boşalır boşalmaz bir garson sıradakini çağırıyor. Yani hiçbir masa 10 saniyeden fazla boş kalmıyor. Tabii biz de her Türk gibi kendimizi hesap yaparken buluyoruz; 500 masa olsa, ortalama 2 kişiden 1000 kişi, yaklaşık 15 dakikada bir masa değişiyor, daha “take away” var … derken, bu tatlıyı Türkiye’de satmak hayallerini bir tarafa bırakıp Portekiz’in keyfini çıkarmaya devam ediyoruz. Ama önce Belem Pastanesi’nin fotoğraflarını paylaşmadan olmaz…

Diğer pastanelerin “nata”ları ise aşağıdaki gibi…

TEJO NEHRİ, VASCO DE GAMA VE 25 NİSAN KÖPRÜLERİ

Belem Pastanesi’nden sonra sırada Kaşifler Anıtı var. Ancak, Kaşifler Anıtı’na geçmeden önce Lizbon’un coğrafi konumunu anlatmam gerek. Aşağıdaki haritada görüldüğü gibi;

Lizbon, Tejo Nehri’nin denize döküldüğü, daha doğrusu büyük bir göl haline geldiği yerde kurulmuş. Tejo Nehri İber Yarımadası’nın en uzun nehri. İspanya’da doğup Lizbon’dan denize kavuşuyor. İspanyolca’da Tajo, Latince’de Tagus diye geçiyor. Denize dökülen yerde büyükçe bir göl oluşturduğundan Lizbon’da nehrin diğer tarafına geçmek önemli bir sorun oluşturmuş.

1966 yılında yapılan ve yönetimdeki faşist diktatörün adı (Salazar) verilen 25 Nisan Köprüsü, 1974 yılında Karanfil Devrimi ile diktatörlüğe son verilmesi üzerine devrim tarihi olan “25 Nisan” adıyla anılmaya başlanmış.

Köprü San Fransisco’daki Golden Gate Köprüsü’nü yapan mühendisler tarafından inşa edilmiş. Köprü hem araba hem de tren geçişini sağlıyor.

EXPO VE LİZBON

Tabii zamanla bu köprü yetmez olmuş. Lizbon, 1998 yılında düzenlenen EXPO’yu kazanınca ikinci bir köprü yapılması farz olmuş. Portekizliler Vasco de Gama’nın Hindistan keşfine çok önem veriyorlar. 1498’deki keşfin 500. Yılı olduğu için 1998 yılındaki EXPO’yu özellikle istemişler ve almışlar. İzmir’in iki kere aday olup kazanamadığı EXPO’nun nelere kadir olduğunu Lizbon’un EXPO bölgesini görünce çok daha iyi anladık. Bu konuyu daha ilerde ayrıntılı olarak anlatacağız ama şimdi konumuz köprü. İşte 2. köprü Vasco de Gama EXPO alanına 1998’de yapılmış. Avrupa’nın en uzun köprüsü. Ama köprü ayakları olarak değil, bağlantı yolları ile birlikte 17,2 km. 25 Nisan Köprüsü nehrin denize döküldüğü yere yakın, Vasco de Gama ise oldukça içeride. Yukarıdaki haritadan bu iki köprüyü inceleme imkanı var.

300px-Ponte_Vasco_da_Gama

Vasco de Gama Köprüsü

(Fotoğraf alıntıdır, sahibi bilinmediği için ismi belirtilememiştir)

BAHÇELER

Jeronimos Manastırı ile deniz kıyısında bulunan Kaşifler Anıtı arasında üç güzel bahçe var. Bu bahçelerin huzurlu havasını soluyarak Kaşifler Anıtı’na yürüyebilirsiniz.

KAŞİFLER ANITI

Kaşifler Anıtı’nın tepesine çıktığınızda 25 Nisan Köprüsü’nü ve hava açık olduğunda arkada Vasco de Gama Köprüsü’nü izleyebiliyorsunuz. Lizbon’un marinalar bölgesini, Belem Kulesi’ni, Tejo Nehri’ni ve Lizbon’un batı ile kuzey kısmını panoramik olarak görebilirsiniz.

 

Kaşifler Anıtı bence çok güzel bir anıt. Anlatılmak istenen bundan güzel anlatılamazdı. Yeri de mükemmel, tam okyanus ağzından Dünya denizlerine açılan yer. Anıtta, Portekiz’in bütün büyük denizcileri (kaşifleri) heykele işlenmiş. En önde, elinde yelkenli gemiyi tutan İnfante D. Henrique (Prens Henrik) (1. bölüme bknz). Arkasında, anıtın her iki tarafında 33 denizci ve prens sıralanıyor. Yapılış tarihi 1960, yani İnfante D. Henrique’in ölümünün 500. Yılı.

Yazımızın 4. bölümüne, Unesco Dünya Mirası olan Belem Kulesi ile devam edeceğiz.

1 Yorum »

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: