DİYARBAKIR (3. Bölüm) 10-11 Ocak 2015
SURLAR, MUAZZAM BİR TARİH VE MİRAS
Kiliselerden sonra Dağkapı istikametine yürüyüp Burca tırmanıyoruz. Dağkapı kısmında burçların 400-500 metrelik bölümü yıkılmış. Doğal nedenlerden değil, 1932 yılında kentin valisi, şehrin hava alması amacıyla bu kısmı yıktırmış. Evet yanlış okumadınız, bizzat kazma kürek yıkmışlar güzelim surları. Söylenecek söz bulamıyoruz ve yutkunuyoruz bu gerçek karşısında.
Diyarbakır surları, Çin Seddi’nden sonra Dünya’da ayakta kalmış en uzun sur yapısı. 5,7 km’lik kısmı ayakta. Ve bu surların içinde tarih boyu yaşam devam etmiş. Yaşamış bu surlar ve yaşamaya devam ediyor. Bir kısmını esrar çeken gençler işgal etse de, bir kısmı bakımsız kalmış olsa da yaşıyor. Surların yanına gidince tarihle bütünleşmiş hissediyorsunuz kendinizi. Tarihin bir parçası olmak ve sanki tarihten çıkıp gelmek… Sur kapılarından arabalar geçiyor sürekli. “Buyrun” diyor sur kapıları, “sizi tarihin içine alalım”. Davetkâr bir eda ile çağırıyor dışarıda kalanları sur içine.
Bu tarihe bu muazzam surlara inşallah sahip çıkarız.
TATLICILAR, CİĞERCİLER, TAVACILAR VE KABURGA DOLMASI
Dağkapı Burcu’nun hemen karşısında Kadayıfçı Saim’e uğruyoruz ve tabii ki burma kadayıf tadıyoruz. Beklediğimiz lezzeti bulamadık. Daha sonra diğer tatlıcılar da dolaşılıp lezzet testinden geçiriliyor. Diyarbakır’da yöreye özgü burma kadayıf dışında, Hatay’dan gelen ustalarla oluşmuş bir künefe sektörü de var. Tüm tadımlardan sonra sonucu açıklıyorum; Burma kadayıfta Sıtkı Usta bir numara. Künefede Sadık Künefe.
Diyarbakır’da çok özel bir ciğer şiş geleneği var. Her köşe başında bir seyyar arabada ciğer şiş yapılıyor. Okuduklarımızdan iki ciğercinin öne çıktığını öğreniyoruz ve ikisini de tatmaya karar veriyoruz. Birinciliği, seyyar arabadan dükkana geçmiş olan Ciğerci Muharrem’e veriyoruz. Yeri Ofis semtinde. Sakın Sur içinde aramayın, yok. Ofis semti Diyarbakır’ın iş merkezi. Apartmanlar ve dükkanlardan oluşan modern bir semt. Ciğerde ikinciliği Ciğerci Remzi’ye veriyoruz. Birçok kişi bu sıralamayı ters yüz edebilir. Bu sıralama bize göre tabii ki…
Diyarbakır’ın bir de meşhur tavacıları var malum. En meşhuru Tavacı Recep Usta. İzmir’de de çok nezih bir restoran açtığı için biliyoruz. Mükemmel lezzetlerin adresi. Ama hem İzmir’den bildiğimiz için hem de biraz kent dışında olduğundan Recep Usta’ya gitmekle zaman kaybetmek istemiyoruz.
Bir akşamımız var ve onu kaburga dolmasından yana kullanıyoruz. Kaburgacı Selim Amca en iyi lezzet durağıymış. Kaburga dolması çok lezzetli ancak içinden çıkan pilav için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz. Biraz hamurlaşmış fakat yine de lezzetli.
DELİLLER HANI OTEL OLMUŞ, ERDEBİL KÖŞKÜ RESTORAN
Dağkapı Burcu’nun yanından surların kenarından Mardin Kapı’ya doğru yürüyoruz. Yolumuzun üzerinde Ulu Evli Beden Burcu var. Hedef bu burcun üzerindeki kabartmalar. Burca geldiğimizde, gençlerin toplandığını görüyor ve rahatsız etmemek (!) için vazgeçiyoruz burca çıkmaktan. Hava kararmak üzere. Bir dolmuşa atlayıp Deliller Hanı’na geliyoruz.
Deliller Hanı 1527 yılından beri konuklarını ağırlıyor. Kervanlar burada konaklıyor ve yerel rehberleri yani delilleri buradan alıp yola devam ettikleri için adı Deliller Hanı yani rehberler hanı. Han birkaç yıl önce özel bir işletmeciye verilmiş. Otel olarak işletiliyormuş. Güzel restore edilmiş. Odalara kalorifer bile döşenmiş. Bir odanın içini görmek istiyoruz. Resepsiyondaki kibar görevli yanımıza çok tatlı bir komi veriyor . Komi neredeyse bütün oteli dolaştırıyor bize. Yemek ve toplantı salonundaki büyük yılanı dahi gösteriyor. Odalar güzel. Koridorda bir yazı bizi karşılıyor; “Sultan 4. Murad 1638 yılında Bağdat seferine giderken 10 gün bu odada konakladı”. Hafiften bir ürperme geliyor üstümüze. Boru değil, koca Sultan burada konaklamış. Bizim yürüdüğümüz koridorda yürümüş. “Adaşım benim” deyip samimi bir bağ kurmak istiyorum ama, kulağımda bir yankılanma; “ne bu laubalilik, alın bu herifin kellesini”. Tamam diyorum; “eşşedü enna ilahe…”, komi sesleniyor “merdivene dikkat”, topluyorum kendimi.
Akşam Kaburgacı Selim Usta’dan sonra içkili tek lokanta olarak referans verilen Erdebil Köşkü’ne gidiyoruz. Köşk, çok güzel bir yerde. Dicle Nehri’ni ve On Gözlü Köprü’yü tepeden gören bir konumda. Fakat canlı müzik var içerde, bize göre değil. Sessizlik ve sakinlik arıyoruz. Rahatça sohbet etmek istiyoruz. Bahçesini gezdikten sonra köşke bir göz atıyoruz. M.S. 512 yılına tarihlendiğini, asıl yapısının 1400’lerde Akkoyunlular tarafından yapıldığını okuyunca tarihin zenginliğine şapkamızı çıkartıyoruz. Sonradan yazar Esma Ocak’ın ailesine kalmış. Daha sonra da kamulaştırılmış.
Artık otelimize gidip dinlenme ve yarına güç toplama zamanı.
11 OCAK PAZAR, SÜRYANİ KİLİSESİ İLE BAŞLIYORUZ
Sabah otelde kahvaltımızı yapıp, istemeden de olsa Peynirciler Çarşısı’na bir göz atıp Süryani Kilisesi’ni aramaya başlıyoruz. Peynirciler Çarşısı’nda daha fazla zaman geçirmek istediğimizden sonraki saatlerde rahat rahat gezeriz diyoruz. Sokak aralarına dalıyoruz, sora sora bulmak istiyoruz. Ben navigasyona güveniyorum ama yaklaştığımızı düşünüp açmıyorum. Bir çocuk çıkıyor karşımıza 10 yaşlarında. Soruyoruz, bizi götüreceğini söylüyor. Çantalarımıza dikkat etmemiz gerektiğini, hırsızlık olabileceğini söylüyor. Sokaklar arasına daldıkça Emine ve arkadaşlarımız huylanıyor. Daha fazla devam etmek istemiyorlar. Sokaklar izbe ve keşmekeş. Ben devam diyorum, buradan geri dönmektense yanımızda çocukla devam etmek daha iyi. Onlar ise çocuğun bizi başka yerlere sürüklediğinden kuşkulanıyorlar. Birkaç sokak köşesinde Mobese kameralarını görünce devam etme kararı veriyorum. Ve mutlu son; Meryemana Süryani Kadim Kilisesi’nin kapısına geliyoruz. Çocuğa 5 lira veriyorum, çok seviniyor. Giriş 2.-TL ve içeride ayin var.
Ayin, papaz, kürsü yanında iki genç adam ve kürsü önünde bir çocuk tarafından yapılıyor. Ayine katılan 6 kişi var. Bizimle 10 kişi oldu. Küçük ve sevimli bir kilise. Kilisenin müştemilatı kendisinden daha büyük. Eskiden bu müştemilatta önemli bir nüfus yaşarmış. Diyarbakır’da Süryani 11 aile olduğunu, 3 ailenin kilise müştemilatında kaldığını, dışarıda sadece 8 aile olduğunu öğreniyoruz. Süryanilik Hıristiyanlığın en eski mezhebi. Süryaniler Aramice konuşup yazıyorlar. Hazreti İsa’nın ana dili olan Aramice, Arapça’nın ve İbranice’nin kaynağı. Tüm bu diller Sami dil grubu olarak geçiyor. Kilisenin 3. yüzyılda kurulmuş olduğunu okuyunca küçük dilimizi yutacak gibi oluyoruz. Kilisenin fotoğrafları için buraya tıklayın.
İşin aslı şu; Diyarbakır’a uçaklar, otobüsler dolusu turist gelmesi lazım. Bu kadar zengin bir tarih kaç şehre nasip olur? Her tarafından tarih fışkıran pınarlara sahip bu kent. Çağlayan olmuş akıyor ama ne kadar turist geldiğini ne siz sorun, ne de biz söyleyelim.
BEHRAM PAŞA CAMİİ VE DENGBEJ EVİ
Kiliseden sonra Ziya Gökalp Müzesi’ni arıyoruz. Buluyoruz ama kapalı. 6-7 Ekim 2014 olaylarında yakılmış. Çökmüş çatısını görüyoruz dışarıdan. Ne kadar üzücü. Bir müzeden ne istersiniz sevgili Diyarbakırlılar? Bu müze de sizin. Kendi malınızı neden yakarsınız?
Behram Paşa Camii’ni arıyoruz sonra ve hemen buluyoruz. O ne güzel kapı öyle? Kabartmalarla çok güzel bir derinlik verilmiş kapıya. Bakmaya doyamıyor insan. Kapıda asma kilit var. Camdan bakıyoruz, çiniler hemen dikkati çekiyor. Birazdan açılır deyip camiinin arka kapısından sokağa çıkar çıkmaz aradığımız başka bir yeri buluyoruz; Dengbej Evi. Tabii hemen soruyoruz bahçedekilere; Dengbej ne demek? Cevabı herkes en yaşlı olan ak sakallı dedeye bırakıyor. Saygı had safhada. Meğer “aşık” demekmiş dengbej ama kelime yapısı şöyle; Deng Kürtçe “ses” demek. Bej; “söylemek”. Yani “ses söylemek”. Anlamı, sadece ses ile şarkı söylemek. Bizim aşıklar bağlama çalarlar. Kürt aşıklar yani “dengbej”ler herhangi bir enstrüman çalmadan seslerini ve gırtlaklarını enstrüman gibi kullanarak söylüyorlar. Bahçede bulunanlar bizi içeri davet ediyor. İçeride görülmesi gereken bir şeyler var herhalde deyip giriyoruz. Bizi oturtuyorlar. Kendileri baş köşeye sıralanıyor ve bize çok güzel bir sunum ile konser veriyorlar. Hiç beklemediğimiz bir anda kültürün taa göbeğine düşmüş olmaktan son derece mutluyuz. Önce Dengbej Evi sorumlusu olduğunu söyleyen, bize bu kültürü tanıtıyor ve ardından başlıyor konser.
İçerisi kalabalıklaşıyor. Herkes birbirine son derece saygılı. Bir yandan çay servisi yapılıyor. Ne güzel insanlar, ne güzel misafirperverlik, ne kadim bir kültür. Bu kültürü tanımak ve özümsemek ancak bu kadar olur. Dengbej Evi fotoğrafları ve video için buraya tıklayın.
Bu arada Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni takdir etmeyi de unutmamak lazım. Bu evi kuran ve yaşatan belediye. Helal olsun sizlere…
3 Yorumlar »