İçeriğe geç

Karavanla Avrupa Turu 1. Bölüm (25-30 Nisan 2022) İzmir’den Selanik’e

YOLA ÇIKMADAN YAŞADIKLARIMIZ

Yola hazırlamak için evimizin önüne park ettiğimiz karavanımıza 20 Nisan gecesi hırsız girdi. Bütün karavanı dağıtıp, geri görüş kamerasının kablosunu keserek almış. Ayrıca ingiliz anahtarı takımıyla birçok tamir aletini de alıp gitmiş. Önceki hırsız televizyonu çaldıktan sonra yenisini koymamıştık. Başka alacak bir şey de bulamamış zaten. Çaldıklarını taş çatlasa 500.- TL’ye anca satar. Geri görüş kamerasının kablosunu kestiği için artık kullanılamaz hale geldi, çöp oldu. Ancak kırarak girdiği yan camın yenisi sinekliği ile birlikte 10.000.-TL. Bize açtığı yara, çaldıklarının yenisini almamız, geri görüş kamerası ve camın takılma işçiliği ile birlikte yaklaşık 15.000.-TL. Kaskomuz olmasa önemli bir yara açacaktı bize.

Sağolsun, yıllardır her zaman yanımızda olan Oydaş Sigorta yine işlemleri kısa zamanda tamamlayarak zararımızı karşıladı. Yol boyunca da Fransa ve İspanya’da yaşadığımız sorunlarda yine yanımızda oldu. Başımıza gelen diğer olayları da yazılarımızda sizlerle paylaşacağız. Bütün yaşadığımız deneyimler bir dahaki gezilerimizde bize rehber olacak. Yaşadıklarımızı sizlerle paylaşmaya özen göstereceğiz.

YOLUMUZ BURSA’DAN GEÇECEK

Yan camı ve geri görüş kamerasını taktırmak için karavanımızın imalatçısı İmaj Karavan’ın Bursa’daki fabrikasına gitmemiz gerekiyor. Bu nedenle Çanakkale’ye dorudan gidemiyoruz ve yolumuz Bursa’dan geçiyor. İzmir’den Selanik’e kadar rotamız şöyle olacak;

Bursa’ya otoyoldan geldik ama ücretini görünce bir daha otoyolu kullanmamaya karar verdik. İzmir – Bursa arasına 320.-TL ödedik. Aceleniz yoksa bu otoyol bize göre gereksiz. Daha önce Bursa’ya geldiğimizde gece konakladığımız Botanik Park’ı kontrol etmek istedik. Son kaldığımızda, ne olduğu belli olmayan kişilerin mekânı haline geldiği için tedirgin ediciydi. Artık öyle olmadığını görmek umut verici oldu. 24 saat güvenlik konulmuş. Giriş ücretli hale gelmiş ama gecelik sadece 35.-TL olduğu için son derece uygun. Karavanımızı buraya park edip dinleniyoruz. Hele bir de

akasyaların çiçek açtığını görünce, etrafımızı çeviren mor ve lilâ renkli cümbüş ile keyfimiz tam yerine geliyor.

Sabah tamirat işlerimizi halletmek için İmaj Karavan’a gidiyoruz ve akülerimizin de ömrünü tamamlamak üzere olduğunu öğreniyoruz. Hem servis, hem de motor akülerimiz yenileniyor. Servis akümüz 200 A. jel akü tercih edildi. Penceremiz ve geri görüş ekranımız da takılıyor. Sigorta eksperi gelip kontrolünü yapıyor ve artık uzun yola hazırız.

GECE ŞEVKETİYE’NİN HUZURUNU YAŞIYORUZ

Hemen yola çıkıyoruz ve Bandırma üzerinden Lapseki’ye doğru giderken daha önceden de kaldığımız Şevketiye’de geceyi geçirmeye karar veriyoruz. Küçük bir balıkçı köyü olan Şevketiye, kendi halinde bir huzur mekânı.

Şevketiye, Lapseki Feribot İskelesi’ne 19 km. mesafede.

  • Güzel de bir günbatımı var. E daha ne isteriz???

ÇANAKKALE KÖPRÜSÜ GEREKSİZ BİR YATIRIM

Motorin fiyatlarının oldukça artması, bizi, aldığımız mazotu sürekli hesap etmek zorunda bırakıyor. Depoyu doldurduk ve 84,16 l. mazot aldık. Litresi 22,22 TL’den 1.870.-TL ödedik. Kilometremiz tola çıktığımızda tam 90.000 idi. Lapseki’ye geliyoruz ama köprüden geçmeyeceğiz. Biz her zamanki gibi feribotu kullanacağız. Çanakkale Köprüsü’nün gereksiz bir yatırım olduğu düşüncesindeyiz. Çanakkale’den köprü ile geçilen yer Gelibolu Yarımadası ve burası tarihi – doğal koruma alanı. Bu yarımadada büyük yapılaşmalar hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Temennimiz buranın aynen bugüne kadar korunduğu gibi ilelebet korunması. Gelibolu’dan geçecek araç trafiğini arttırmak için bir sebep yok. Gelibolu’dan sonrası Saroz Körfezi, Keşan ve İpsala sınır kapısı. Bu sınır kapısı Kapıkule kadar yoğun değil. Avrupa’ya mal taşıyan TIR’lar genellikle Kapıkule Sınır Kapısı’nı kullanıyor, çünkü Sofya’dan geçen otoyol ile doğrudan Avrupa’nın göbeğine varılıyor. İpsala Sınır Kapısı ise sadece Yunanistan’a giden araçlar ile Igoumenitsa’dan İtalya’ya feribot ile geçmek isteyen TIR’lar tarafından kullanılıyor. Yani, Kapıkule’nin onda bir yoğunluğuna sahip. Feribotlar iki kıyı arasında vızır vızır işliyor ve 20 dakikada karşı tarafa hiç beklemeden geçiyorsunuz. Peki bu köprü ne için, hangi trafiği rahatlatmak için yapıldı? Hiçbir trafiği rahatlatmak için yapılmadı. Sadece gösteriş ve birilerine iş verebilmek için yapıldığı aşikâr. Bu köprünün yerine birkaç tane tünel, onlarca fabrika ve yüzlerce okul yapılabilirdi. Yazık kaynaklarımıza.

Lapseki’den Gelibolu’ya karavanımız için 135.-TL ödeyip feribotla geçtik.

Rahat bir yolculukla İpsala’ya vardık. İpsala yolundaki kantaron tarlaları enfes görüntüler çıkardı karşımıza…

Kantaron tarlalarını böyle güzel ve bakımlı halde ekip biçen çiftçilerimizden bir ricamız; yanına mutlaka bir gelincik tarlasını da eklemeleri…

İPSALA’DA BİR ŞOK YAŞIYORUZ

İpsala girişinde trafik polisi yolu kesmiş, rutin bir denetleme yapıyor. Ehliyet, ruhsat istiyor normal olarak. İstenmesi normal de anormallik bende… Ara, tara, bir türlü ehliyeti bulamıyorum. Kimlik ile sistemden bakıyorlar, tamam ehliyeti bir yerde kaptırmamışım. Evet, kaptırmadım da nerede bu meret??? İzmir’e telefon edip evdeki kızımdan birkaç yere bakmasını rica ediyorum, orada da yok. İyi de, yurtdışında ehliyet sorarlarsa buradaki gibi TC numarasından kontrol etme şansı da yok… Hem ceza yeme hem de aracın bağlanması gibi bir risk var. Mutlaka ehliyeti tekrar çıkartmam gerek.

Emniyet’e ve Nüfus Müdürlüğü’ne giderek öğreniyoruz ki yeni ehliyetin gelmesi bir hafta ilâ 15 gün sürermiş. Bu kadar süre bekleyemeyiz. Başladık karalar bağlamaya. Ne yapacağız diye araştırıp duruyoruz…

Yurtdışına çıkarken karavanımızın yeşil sigortasını, yani yurtdışında geçerli sigorta poliçesini Turing ve Otomobil Kurumu’ndan sınırdan çıkarken yaptıracaktık. Telefon ettik ve ehliyetimizi kaybettiğimizi söyledik. Ne yapabiliriz acaba diye sorduk. “Merak etmeyin, siz eski ehliyet bilgilerini çıkartıp gelin, biz burada size yeni ehliyet belgesi tanzim ederiz” demezler mi, dünyalar bizim oldu. Nüfus Müdürlüğü’nden eski ehliyet bilgilerini çıkarttık ve doğrudan Turing ve Otomobil Kurumu’na gittik ve 1 yıl geçerli “Beynelmilel (Uluslararası) Ehliyet Belgesi”ni aldık. Ceremesi 1.200.-TL ama buna razıyız. Yeşil sigorta için de 3.750.-TL ödedik. Artık sınırı geçmek için tüm formalitelerimiz hazır. İpsala’ya dönüp alışverişimizi tamamlıyoruz. Önemli miktarda su stoku yapıyoruz. Yunanistan’ın suları biraz sert ve çayda kullanmak istemiyoruz. O nedenle Yunanistan’ı geçirecek kadar suyumuzu İpsala’dan alıyoruz. Ayrıca İpsala’nın meşhur olan pirincinden de stok yapıyoruz. Gece, Emniyet Müdürlüğü’nün hizasındaki parkta kalıyoruz. Sabah erkenden sınırı geçeceğiz. İpsala’dan görüntüler;

28 NİSAN’DA SINIRI GEÇİYORUZ, VER ELİNİ AVRUPA…

Sabah 9’da sınır kapısına geldik ve hiç beklemeden gişe kontrolüne geçtik. Pasaport ve yeşil sigortaya bakılması 10 dakika sürdü. Meriç Nehri köprüsünü geçip Yunanistan tarafına geldik. Aşı sertifikasının sorulacağını sanıyorduk, sormadılar. Pasaport ve yeşil sigorta dışında bir şey istemediler. Karavanın kapısını açtırıp dışarıdan baktılar ve “buyrun geçin” dediler. Tüm sınır kontrolü bu kadardı ve burası da 10 dakikada bitti. Yunanistan’a girmiş bulunuyoruz. Artık ver elini Dedeağaç, Gümülcine, Kavala ve Selanik…

DEDEAĞAÇ (ALEXANDROUPOLİS)

Sınırı geçtikten bir saat sonra Dedeağaç’a varıyoruz. 70.000 nüfuslu bir kasaba olan Dedeağaç’ın Yunanca ismi olan Alexandroupolis’ten yola çıkarak İskender tarafından kurulduğunu sanmayın. Burası 19. yüzyılda Osmanlı tarafından kurulmuş ve Osmanlı zamanında sadece Dedeağaç olarak isimlendirilmiş bir kent.

Peki nereden geliyor bu Alexandroupolis ismi? 1912 Balkan Savaşı sonrası kent Bulgarlar ile Yunanlıların arasında gidip gelir. 1. Dünya Savaşı’nda Bulgarların yenilmesi üzerine kent Yunanlıların eline geçer. Yeni fethedilen yerleri gezmeye çıkan Yunan Kralı 1. Aleksandros 8 Temmuz 1920 günü Dedeağaç’ı ziyaret eder ve kralı onurlandırmak için Dedeağaç’a Alexandroupolis ismi verilir. Yani Aleksandros’un şehri. Aslında kenti gezerken heybetli ağaçları göreceksiniz ve gerçekten Dedeağaç isminin ne kadar yakıştığını fark edeceksiniz.

Dedeağaç önemli bir liman kenti. Kentin en önemli yeri de limanın etrafı. Karavanla şehre girdiğimizde hiç zorlanmadan limanın kenarında otopark yeri bulduk. En merkezi yerdeki bu otopark kenti gezmeye gelenlerin işini çok kolaylaştırıyor. Yanındaki lunapark da oldukça sevimli bir hava katıyor. Kentin merkezinde meşhur Deniz Feneri, etrafı süs havuzları ile çevrelenmiş bir parkın içinde. Kıyı boyunca, görkemli ağaçların nefis görüntüler oluşturduğu güzel bir yürüyüş yolu, çay bahçeleri, kafeler ve parklar mevcut.

Deniz Feneri’nin karada, en merkezi yerde ne işi var derseniz, evet insan ilk başta biraz yadırgıyor. Alışmışız deniz fenerlerinin dağların tepelerinde, ücra köşelerde olmasına ama Osmanlı 1880 yılında feneri inşa ederken burayı uygun görmüş. 2. Abdülhamit tarafından Fransızlara yaptırılan fener yerden 18 m., denizden 29 m. yüksekliğinde ve şehrin simgesi olmuş durumda. Biz geldiğimizde kapalıydı ama insanlar yukarıya çıkıp gezebilse güzel bir manzara noktası olurdu. Sadece 68 basamakla tepeye çıkılıyormuş. Ziyarete açılırsa kapısında uzun kuyruklar olacağına eminim.

GÜMÜLCİNE’DE (KOMOTİNİ) HER YERDE TÜRKÇE KONUŞTUK

Dedeağaç’tan 1,5 saat sonra Gümülcine’ye vardık. 75.000 nüfuslu Gümülcine’nin %40’ı Türk. Dükkan levhaları Türkçe. Lokanta menüleri Türkçe. Etrafta bir sürü cami var. İnsanları çok sıcakkanlı. Her yere davet edip sohbet ediyorlar. Memleketten daha çıkamadık galiba… Gümülcine’den birkaç kare…

YOLUMUZU NESTOS DELTASI’NA KIRIYORUZ

Gümülcine’den sonra ana yoldan ayrılıyoruz. Hedefimiz Nestos Deltası ve Vistonida Gölleri Milli Parkı. Bu Milli Park su kuşları için bir cennet. Delta’nın yarattığı muhteşem bir sulak alanda yaşayan onlarca çeşit canlıyı rahatsız eden hiçbir şey yok. Sadece, bu enfes doğal güzellikler içine (nereden icap ettiyse) inşa edilen kiliseler belki rahatsız edici doğal yaşam için. Mimari olarak kiliseler oldukça sevimli olmasına rağmen, şu soru geliyor akla; yerleşim yeri olmayan Milli Park içinde kim gelip ibadet edecek bu kilisede? Yunanistan’da çok sık karşılaşılan bir durum bu aslında. Sarp bir yamaçta ya da dağın tepesinde çok kilise görüyoruz. O tepeye ibadet etmeye çıkan var mı? Yok. Zaten doğru dürüst yolu da yok. Peki neden insanların gelemediği yerlere inşa edilir bu kiliseler? Demek ki kiliselerin tek amacı ibadet edilmesi değildir. Gösteriş ve büyüklük simgesi olarak da inşa edilebilir. İnsanlara dinin büyüklüğü böyle ispat ediliyor galiba. Aynı şey bizim camilerimizde de var. Çamlıca tepesine 6 minareli 63.000 kişilik cami yapılacak hangi yerleşim yeri var? Yok. Tepede hiçbir yerleşim yeri yok. Sadece ihtişamlı gözüksün, gösteriş olsun diye yapılan bir camii. İşte sevimli ama gereksiz bulduğumuz kiliseler…

Vistonida Gölü’nü denizden ayıran ince bir kara parçası üzerindeki yoldan giderken sağımız göl, solumuz denizdi. Bu güzelliklerden geçen yolumuzun üzerinde İskeçe vardı. Gece konaklayacağımız Kavala’ya varmak için İskeçe’de durmadan geçiyoruz.

Kavalaya 10 km. kala, yol üzerinde, kavala kurabiyesini en iyi yapan Nea Karvali Köyü’nden kurabiyelerimizi alıyoruz.

GÜZEL ŞEHİR KAVALA’DAYIZ ARTIK

Kavala’ya yaklaştıkça nefis manzaralar çıkıyor karşımıza;

Kavala’ya girer girmez bir otoparka karavanımızı bırakıp yürüyerek gezmek istiyoruz. Limanın kenarında büyük bir açık otopark var. Fişimizi alıp girmeye çalıştık ama giriş yeri o kadar dar yapılmış ki karavan sığmadı. Görevli geldi, girişi açıp yardımcı olmak istedi ama uyardı; “akşam çok kalabalık olur burası, manevra yapıp çıkamazsınız. Gece konaklamak da yasak” dedi. Mecburen fişi iade edip çıktık. Biraz dolanıp deniz kenarında güzel bir yer bulduk. Şimdilik burada bırakıp gezmeye çıktık.

KAVALA’NIN GÜZELLİĞİ

Kavala’nın liman kısmı, tepedeki kalenin ve hemen altındaki tarihi evlerin görüntüsüyle oldukça hoş bir manzara sergiliyor.

Türkçe levhalar, restoranlarda Türkçe menüler ile halen Türkiye’den çok uzaklaşmadığımızı hissediyoruz. Bir de kocaman bir levha koymuşlar; solda Bizans arması çift başlı kartal (bu arma aynı zamanda Selçuklu Devleti’nin, Konya Belediyesi’nin ve daha birçok kurumun amblemidir, başka bir yazıda bahsedeceğim), (Konstantinopolis) İstanbul’a 460 km. İstanbul sevgisi had safhada burada 🙂

Gezip yorulduktan sonra limandaki Apiko Restoran’a oturduk. Menü Türkçe (yukarıda fotoğraftaki menü). Garsona karavanı gösterip bir sorun olur mu orada diye sorduk. “Çekilir” cevabını alınca karavanı düzgün bir yere park edip restorana öyle gelelim diye ayrıldık. Karavanı plajın kenarına götürdük. Şehre biraz uzak ama denize nazır yerimiz güzel. Gece burada kalacağız. Karavanı bırakıp taksiyle şehre geldik. Apiko Restoran’a oturup yemeğimizi yedik. Porsiyonlar o kadar büyük ki bir kısmını yiyemedik. Deniz ürünleri, uzo ve birkaç mezeye 38 € ödedik ve tıka basa doyduk. Karavanı bıraktığımız yere tekrar taksiyle döndük. Gidiş-dönüş 7 € ödedik. Karavanla kaldığımız yer aşağıdaki haritada “Kavala Beach” olarak gözüken yer.

Geldiğimizde liman bölgesini dolaştığımız Kavala’nın ertesi gün diğer taraflarını gezdik. Kavala’yı her bakımdan çok sevdik. Güzel bir sahil kenti. Parkları, deniz kıyısı yürüme yolları, plajları, feribotla Taşoz Adası’na geçme olanağı, ulaşım imkânları ile keyifli bir şehir.

ARTIK VER ELİNİ SELANİK

Kavala’dan sonra doğrudan Selanik’e geçmeye karar veriyoruz. Hatta, Serez’i de gezmeyi bir dahaki sefere bırakıyoruz.

Kavala’dan kuzeybatıya doğru gidildiğinde kısa bir süre sonra Serez’e ulaşılıyor. Serez deyince aklımıza Serez’in Esnaf Çarşısı geliyor. Hani şu elleriyle yüzünü kapatan Esnaf Çarşısı… Hani şu dilsiz ve kör olan Esnaf Çarşısı… Hani şu, Şeyh Bedrettin’in ağaca asılarak idam edildiği Serez’in Esnaf Çarşısı…

Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.

Yağmur çiseliyor,
Serez’in esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor,
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarsısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor.

Nazım Hikmet / ‘Şeyh Bedrettin Destanı’

SELANİK YOLUNDA İKİ GÜZEL YERLEŞİM; NEA PRAMOS VE NEA VRASNA

Deniz kıyısından giden yol üzerinde çok güzel bir koydan geçiliyor. Burası Nea Pramos Koyu. Nefis plajı, kıyıda restoran ve kafeleri ile oldukça sevimli bir köy. Nea Pramos’tan birkaç kare;

Nea Vrasna ise tam bir Büyük İskender köyü. Her yerde İskender heykelleri, büstleri, İskender parkları… Buraya Nea Vrasna yerine Nea İskenderiye dense daha doğru olurmuş 🙂 Nea Vrasna’dan birkaç kare;

SELANİK’TE ŞANSIMIZ YAVER GİTTİ

Selanik’te şehre yakın bir park yeri bulabilecek miyiz diye endişeliydik. Bizim için herhangi bir otopark da olur tabii ama yeter ki şehre yakın olsun… derken tam sahilde Alexander Garden (İskender Bahçesi / Parkı) kenarında bir otobüs hareket etti ve bize enfes bir yer bıraktı. Bundan iyisi olamazdı. Hem şehre yakın, hem parkın kenarında, hem de sahilde… daha ne olsun???

Selanik’te karavanımızı park edip dolaşmaya çıktığımızda kordonboyunu böyle görüntüledik;

Selanik’in Kordonu

Yarın tüm gün Selanik’i gezeceğiz. Atatürk’ün evi, Arkeoloji Müzesi ve birçok yer hakkındaki izlenimlerimizi sonraki yazımızda paylaşacağız…

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: