İçeriğe geç

YAPAY ŞEHİR SAİNT PETERSBURG (9-12 Temmuz 2015) (RUSYA 2. Bölüm)

Şehirler tarihiyle yaşar. Anadolu kentlerinde yaşam 10000 yıl öncesine kadar iner. Şanlıurfa’ya 22 km. mesafedeki Göbeklitepe M.Ö. 9600, İzmir’in merkezindeki Yeşilova Höyüğü M.Ö. 6000 yıllarına tarihlenmektedir. Özellikle İzmir’in en önemli tarihi kalıntıları (Agora, Smyrna) şehrin tam merkezindedir. İzmir’i gezmeye gelen arkadaşlar caddelerin dar oluşuna şaşırıp hayretler içinde kalmaktadır. “Türkiye’nin 3. büyük şehrine hiç bu kadar dar caddeler yakışıyor mu?” derler. Evet dardır caddeleri İzmir’in, çünkü 8000 yıllık kenttir. 8000 yıldır aynı merkezde insanlar yaşamaktadır. İlk binaları konduranlar ileriyi görememişler ve 3 gidiş, 3 gelişli yollar yapmamışlardır. Atların ve deve kervanlarının geçeceği kadar yolu yeterli görmüşler. İleride otomobil denen bir canavarın olacağını, kamyon , otobüs, TIR gibi araçların geçmesi için 50 metrelik yollara ihtiyaç olacağını bilememişler.

Ama Rusların Çarı Birinci Petro öylemi ya? Almış cetveli eline bir çizmiş yolları, ip gibi dümdüz 6 gidiş 6 gelişli. Havaalanı mübarek. 1682 yılında, 10 yaşında çıktığı tahtta Çarlığı üvey kardeşi V. İvan’la paylaşan Petro, taht kavgasına girmeyerek Avrupa’ya gitmiş. Eğitimini orada tamamlamış. Avrupa’ya hayran olmuş. Ülkesine döndükten sonra V. İvan’ın ölmesiyle tek başına Çar olmuş ve hayalindeki avrupai şehri kurmak için kolları sıvamış. Finlandiya Körfezi’nin ucunda, tamamen bataklık olan bölgede yepyeni bir şehir kurmaya başlamış. Yıl 1703. Geçmişi yok şehrin. Yepyeni bir şehir o tarihte kurulmaya başlanmış. Tabii tamamen bir düzen içinde. En ünlü şehir plancıları ve mimarlar getirtilmiş. Neva Nehri’nin kenarları dantel gibi işlenmiş. Şehri kurmakla kalmamış Petro, burayı başkent yapmış. Aziz Petro’dan esinlenerek (bana pek inandırıcı gelmedi, başka aziz mi kalmadı da adaşı olanını seçti?) şehrin adını Saint Petersburg koymuş.

Birinci Petro’nun bizdeki adı Deli Petro. Bir tek biz bu sıfatı yakıştırmışız. Herkes Büyük Petro diyor. Bizde büyük işler yapan dahilere “deli” denmesi olağan galiba.

DÖKÜLEN KAN (SIÇRAYAN KAN) KİLİSESİ

Şehir büyük bir düzen içinde kuruluyor ama bu düzenin bir istisnası var; Dökülen Kan Kilisesi. Ortodokslukta önemli bir gelenek vardır. Ölen kişiyi öldüğü yere yapılan bir yapı veya anıt ile anarlar. Yunanistan’da yol kenarlarında birçok küçük anı kulübesi vardır. Oradaki bir kazada ölen kişinin anısına yapılmıştır bunlar da. 1881’de Çar 2. Alexander Saint Petersburg’ta suikaste kurban gider. İşte Onun öldürüldüğü yere “Dökülen Kan Kilisesi” yapılır. Nehir kenarındaki yolu kapatacak şekilde yapılan bu kilise Saint Petersburg’taki mükemmel düzeni bozan tek unsurdur. Fakat kilise Moskova’daki Aziz Vasili Kilisesi’nin bir benzeri olarak yapılır ve görsel olarak bir başyapıt olduğundan düzensizlik kimsenin umurunda olmaz. “İşte Dökülen Kan Kilisesi”;

Kilisenin içi ise renkli mozaiklerle kaplı. Bir santimetre kare bile boş bırakılmadan her duvar, sütun, tavan parlak mozaiklerle kaplanmış. Etkilenmemek elde değil.

Dökülen Kan Kilisesi’nin İçi

Aslında tüm Petersburg görsel bir şölen bence. Caddeleri, sokakları, nehir kenarları, hepsi ayrı bir tablo. Ama bir gerçek var ki o da tüm bunların YAPAY olması. Yani şehrin doğal gelişimi içinde değil, oraya özellikle getirilmesi sonucunda oluşmuş. Düşünün, mimarlar mühendisler, şehir plancıları hummalı bir faaliyetle büyük bir kent inşaa ediyorlar ama şehirde yaşayacak halk yok! Şaka gibi ama fazlasıyla gerçek. Büyük Petro’nun emriyle, şehirde yaşayacak halk Sibirya’dan ve Rusya’nın diğer kırsal bölgelerinden buraya taşınıyor.

BEYAZ GECELER

En uzun gün olan 21 haziranda hava sadece 2 saat kararıyormuş. Bizim Saint Petersburg’da olduğumuz 9-12 temmuzda ise 2 saat 20 dakika gibibir kararma var ama tam olarak hava hiçbir zaman kararmıyor. Parlament mavisi gibi bir lacivert ton sürekli kalıyor. Gece 01:30 gibi lacivert geceden 03:45’te gün doğumu başlıyor. Günün hiç bitmemesi ne güzel. Köprüler gece 01:30’dan itibaren sırayla açılıp geçen gemilere yol veriliyor. Bir şölen havasında yapılıyor bu olay…

HERMITAGE MÜZESİ

Saint Petersburg’un müzeleri de ilginç. Önceden kışlık saray olarak kullanılan Hermitage binası 1764 yılında 2. Katerina tarafından eklemeler yapılarak müzeye dönüştürülüyor, Fakat 2. Katerina müzede sergilenecek eserleri yeterli görmüyor ve birçok eseri para ile satın alıyor. Zamanında büyük bir servet harcanıyor tarihi eserlere ve tablolara. Ama şimdi bu müze sayesinde para basıyor neredeyse Rusya. Aslında zamanında saray olarak kullanıldığı için binanın kendisi müze. Sergilenen eserler de mükemmel ama sırf binanın içini görmeye bile değer.

Çok lafını edip de fotoğrafını göstermemek olmaz. Karşınızda Hermitage Müzesi;

Hermitage Müzesi’nde Emine ile benim hayranı olduğumuz Ayvazovski tablolarını bulunca deliye döndük. İstanbul’daki sergide göremediğimiz tablolar, hem de en güzelleri buradaydı. Uzun bir süre önünden ayrılamadık. Hele İstanbul manzaralı olan tablo bizi öyle sarıp sarmaladı ki, çok sevdiğimiz Ortaköy Camii ve Boğaz’ın ay ışığındaki manzarasının önünde yapışıp kaldık, bizi kazıdılar artık. Deniz resimlerinin büyük üstadının öyle dalgalı deniz resimleri var ki müzede, hepsi ayrı bir başyapıt.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

GÜZEL SANATLAR MÜZESİ

Hermitage Müzesi’ndeki empresyonistlerin tabloları Paris’teki D’Orsay müzesinden daha zengin olduğu için ayırmaya karar vermişler. Hermitage’ın karşısındaki Genel Kurmay binasının yarısını Güzel Sanatlar Müzesi olarak düzenlemişler. Rehberimizin dediğine göre ekstra ücret almak için ayırmışlar. Biz gittiğimizde düzenleme devam ediyordu. Bu kadar zengin bir koleksiyon beklemiyorduk. Degas, Monnet, Picasso, Cezanne, Matisse, Renoir, Van Gogh gibi en önemli ressamların birçok tablosu ile gerçekten önemli bir müze. İsteyenler için bu müzedeki önemli eserleri ayrı bir albümde topladık. Tıklayıp albüme ulaşabilirsiniz.  Bu müzede Macar ressam Mihaly Muncasy ile tanıştım. Realist resmin zirvesi bence. Onu buraya sıkıştırmak yerine ayrı bir yazı konusu yapmalı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

KANLI PAZAR

Saint Petersburg’ta eski Kışlık Saray, yeni Hermitage Müzesi ile Genel Kurmay binasının olduğu alan 1095 yılında 1000 kişinin katledildiği, 2000 yaralının olduğu Saray Meydanı aslında Sovyet devriminin başladığı yer. Bu olay tarihe “Kanlı Pazar” olarak kazınmış. 1905’te isyan bastırılmış ama 12 yıl sonra 1917 Ekim devriminde Çarlık yıkılıp gitmiş. İşte o Saray Meydanı;

PETERGOF SARAYI VE BAHÇELERİ

Hermitage Müzesi’nin olduğu bina zamanında kışlık saraymış. Yazlık saray ise Petergof sarayı. Finlandiya Körfezi’nin (Baltık Denizi’nin) kıyısına kurulmuş bu saray fıskiyeleri ile meşhur. Yukarıdaki tepelerden gelen suyu Büyük Petro havuz ve fıskiyelere yöneltmiş ve böylece kesintisiz bir su akımı sağlanmış. Büyük Petro’nun, bu sarayın yapımında Versaille Sarayı’ndan etkilendiği söyleniyor. Gerçekten tarz olarak, bahçe düzeni olarak çok benziyor. Sarayda ihtişamın sonu yok. Her yer altın varak ile donatılmış. Bahçedeki heykeller bile altın kaplama yapılmış. Sarayın içinde fotoğraf çekmek yasak. İhtişamı anlatmak ise çok zor.

AZİZ İSAAK KATEDRALİ

Bu dev katedral, kubbe yüksekliği olarak, 101,5 metre yüksekliği ile dünyada 4. büyük katedralmiş. İçindeki mermer bolluğu ve heykellerin mükemmelliği, duvar resimleri ve mozaiklerin canlılığı ile göz alıcı. Mermerlerin bir kısmı Afyon’dan gelmiş. Bu büyük katedral, hatta Moskova’daki Kurtarıcı İsa Katedrali (patriklik merkezi) dahi, mimari büyüklük ve azamet bakımından İstanbul’daki Aya Sofya’nın eline su dökemezler. Bu küçük saptamadan sonra fotğraflarla katedralin içinin güzelliğini yansıtmaya çalışalım.

Aziz İsaak Katedrali’nin İçi

PUŞKİN KÖYÜ (ÇARLAR KASABASI) VE KATERİNA SARAYI – 1. KATERİNA’NIN YAŞAM ÖYKÜSÜ

Alexandre Puşkin’in okuduğu okul bulunduğu için Puşkin Köyü de denilen kasabanın asıl ismi Tsarskoye Selo yani Çarlar Kasabası. Bu ismin verilmesinin sebebi tabii 1. Katerina’nın 1710 ‘da yaptırdığı saray. Bun sarayın yapılması ile birlikte bütün Çarlar burada oturmaya başlıyor.

Katerina ilginç bir kişilik. İsveç – Rus savaşları sırasında annesi ve babası ölen genç kız, Rus albay tarafından esir alınır ve hizmetçi olarak albayla birlikte yaşamaya başlar. Rehberimizin dediğine göre albayın cariyesi olmuştur. Rus orduları komutanı bir gün albayın evine ziyarete gelir. Kızı beğenir ve “ben sana başka bir cariye göndereyim bunu bana ver” der. Tabii bu aslında bir emirdir. Genç kız artık genel kurmay başkanının cariyesi olmuştur. Çar 1. Petro bir gün Genel Kurmay Başkanı’nın evine ziyarete gelir. Genç kızı beğenir. “Ben sana başka bir hizmetçi göndereyim, bunu bana ver” der. Tabii ki bu daha da üstün bir emirdir. Saraya gelince Katerina adını alır. 1. Petro’dan tam 11 çocuk doğurur. İki kız hayatta kalır. Daha sonra Çar, Katerina ile evlenir. Prut Savaşı sırasında Osmanlı Sadrazamı Baltacı Mehmet Paşa ile barış müzakereleri yürütürken çıkan aşk dedikodularına rehberimiz kesinlikle karşı çıkmakta ve o zamanki magazin basınını ve paparazzileri suçlamaktadır. 1725’te Büyük Petro’nun varis bırakmadan ölmesi üzerine saray erkanı Katerina’yı Çariçe ilan ederler. Evet, şimdiki İsveç topraklarında doğan köylü bir ailenin kızı, kimsesiz kalmış bir hizmetçi olarak elden ele dolaşırken dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin başına geçmiş. Ne yazık ki sadece 2 yıl sürebilmiş bu saltanat. 1727 yılında veremden ölmüş.

Aslında Ruslarda böyle ilginç hikaye çok. Bir de sahte Dimitri hikayesi var ki tam evlere şenlik. Çarın sahtesi olur mu demeyin… Olmuş, hem de tam tekmil imparatorluğun başına geçmiş. Bu gerçek öyküyü Moskova yazımda anlatacağım. Şimdi dönelim Katerina Sarayı’na. Katerina 1. Petro’dan çocukları yapmaya başlıyor. Henüz evli değiller. 1703’te yani Saint Petersburg’u kurmak üzere Büyük Petro kolları sıvamışken ilk çocuk olur. Ardı ardına çocuklar devam eder. Bu arada, Kışlık Saray (şimdiki Hermitage Müzesi) ve yazlık saray olan Petergof Sarayı yapılmıştır ve büyük bir ihtişam içinde yaşanmaktadır. Katerina’ya bu saraylar yetmez ve 1710 yılında Puşkin Köyü’nde kendi adıyla anılan bu sarayı yaptırır. İhtişamın sonu yok bu sarayda. Salonlar odalar, duvarlar, tavanlar, sütunlar, her yer altın varak ile kaplı. Bazı odalar akik taşı ile kaplanmış. Hele bu sarayın en meşhur odası tamamen kehribar ile kaplı. Bunun hikayesi de ilginç.

KEHRİBAR ODASI

Kehribar çok değerli bir taş. Amber ağacının reçinesi süzülerek akar ve taşlaşır. İşte bu taşlaşma sırasında bal renginin envai tonları çok estetik bir şekilde ortaya çıkar. Şeffaftan mata doğru bir yelpaze sunar kehribar. Şeffaf olanlar kuma dökülenlermiş. Şeffaflığı kayboldukça, daha tok ve parlak bir hale dönüştükçe değeri artarmış. Rusya’nın her yerinde kehribar takılar satılmakta. Bugün, işçiliği olmayan 5 santimlik bir kehribar kolye yaklaşık 150 USD civarında mağazalarda. Etrafı gümüş kaplama olanların fiyatları da yükseliyor haliyle. Saraydaki meşhur oda, yaklaşık 100 metrekare oda düşünün, 7 metre tavan yüksekliği olduğunu ve bütün duvarları kehribarla kaplı olduğunu tahayyül edin. İşte böyle bir zenginlik ve debdebe içinde yaşanmış.

RUSLARIN SAVAŞLARI, KURTULUŞ SAVAŞIMIZ ve İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI İLE LENİNGRAD KUŞATMASI

1914 yılında Saint Petersburg adı Petrograd’a dönüşmüş. Tüm dünyada milliyetçi akımların yayılmaya başladığı zamanlar… “Burg” eki Almancadan geliyor. Rusların yer eki ise “grad”. Şehrimize neden Almanca bir ek ile hitap ediyoruz diyen Rus milliyetçileri kabul görmüş ve şehrin ismi Petrograd’a dönüşmüş. Sovyet devrimi lideri Vladimir İlyiç Lenin Rusya’da çok seviliyor. 1917 Ekim devriminden sonra Rusya, emperyalist ülkelerin (Amerika, İngiltere, Fransa ve Japonya) desteklediği Beyaz Ordu ile savaşmaya başlamış. Bu arada 19 Mayıs 1919’da Atatürk Samsun’a çıkarak emperyalist güçlere karşı ulusal direnişi başlatmış. Düşman aynı. İki ülke de aynı düşmanla mücadele ediyor. Osmanlı toprakları Fransızların, İtalyanların, İngilizlerin işgali altında. İzmir’de Yunanlılar yardımcı emperyal güç olarak işgale katılmışlar. Silah yok, para yok, üretim yok, fabrika yok, kısaca Türklerin elinde hiçbir şey yok. Sadece büyük bir irade ve “ya istiklal ya ölüm” diyen bir dahinin azmi ve cesur bir halk var. İşte o noktada tarihin gidişatını çeviren bir de Sovyetler’deki bolşevikler var. Aynı düşmana karşı savaşan Sovyetler, Türkiye’ye silah ve altın desteğinde bulunur. Silah üretim makinelerini de Karadeniz’e gönderirler. Sovyetlerin bu desteği Türk Kurtuluş Savaşı’nın can suyu olur.

Lenin, o sıralarda bir suikast atlatmış, ama omuriliğine yakın olan kurşun çıkartılamamış. 1920 yılında Leon Troçki komutasındaki kızıl ordu emperyal güçlerce desteklenen beyaz orduyu yenerek iç savaşı kazanmış. Ardından o tarihte komünizme karşı bir yönetime sahip olan Polonya saldırmış. Sovyetler bir de hiç istemedikleri halde Polonya ile savaşmış. 1921’de Polonya Savaşı’nı da kazanmışlar ama giderek Lenin’in sağlığı bozulmaya başlamış. Arka arkaya geçirdiği felçler ile siyasetten uzaklaşmak zorunda kalmış ve 21 Ocak 1924’te hayata gözlerini yummuş.  3 gün sonra, yani 24 Ocak 1924’te onu çok seven halkının dileği yerine getirilerek Petrograd’ın adı Leningrad olmuş. Saint Petersburg’tan Petrograd’a, sonra Leningrad’a çevrilen isim, 1991’de Sovyetlerin dağılması ile birlikte tekrar ilk adına, yani Saint Petersburg’a geri dönmüş. Rusçada Sankt Peterburg olarak söyleniyor.

Leningrad olarak anıldığı 2. Dünya Savaşı yıllarında Almanya Rusya’ya saldırır. Hedefte Moskova vardır, ama önce Leningrad der Hitler. Kuşatırlar Leningrad’ı. Kuşatırlar ama Leningrad direnir. Hiçbir yerden yardım alamaz şehir. Tam bir abluka. Bir yandan bombalanır, bir yandan açlık, ilaçsızlık, hastalıklar derken bir milyon iki yüzbin kişi evet yanlışlık olmasın diye yazıyla yazdım, rakamla 1.200.000 kişi ölür. Bunun 800.000’i sivildir. Yine de ele geçiremez Naziler Lieningrad’ı. Tarihte bu kadar uzun süren başka kuşatma olduğunu sanmıyorum. 8 Eylül 1941 den 27 Ocak 1944’e kadar, yaklaşık 2,5 yıl sürer kuşatma. 29 ay, tam 872 gün sürer bu zulüm. 872 gün boyunca teslim olmaz Leningrad 1.200.000 ölüye rağmen.

İşte bu büyük kuşatma sırasında Leningrad’ın 40 km. kadar yakınına yaklaşmış Naziler. Katerina Sarayı’na girmişler. Hatta sarayı karargah olarak kullanmışlar. Savaşı kaybedip giderken değerli ne varsa alıp götürmüşler. Kehribar odasının o güzelim kehribarlarını da söküp götürmüşler. Diyeceksiniz ki, peki o zaman şu anda odadaki kehribarları Almanlar geri mi verdi ki yerine konuldu? Hayır. Aslına uygun olarak kehribar görüntüsü verilen dekorasyon malzemesi ile kaplanmış ne yazık ki. O zamanların ihtişamını yansıtıyor tabii ama gerçek kehribarlar hiçbir zaman bulunamamış. Sarayda orjinal bir şey pek kalmamış aslında. Her şey, sonradan fotoğraflarına bakılarak aslına uygun olarak yapılmış. Tabii Ruslar, sarayı terk ederken taşınabilecek her şeyi çok düzenli ambalajlayıp götürmüşler. Fotoğraf salonunda taşınmanın fotoğraflarını da sergiliyorlar. Ama taşınamayan, duvarlardaki, sütunlardaki altın varaklar, altın heykeller ve daha birçok değerli süsleme aslına uygun olarak tekrar yapılmış. Sarayın girişinde düşünceli bir Puşkin heykeli var. Katerina Sarayı’nın fotoğraflarına geçelim artık… Ancak üzülerek bildireyim, kehribar odasının fotoğraflarını çekmek kesinlikle yasak ve çok sıkı denetleniyor. Hayal gücünüzü kullanacaksınız…

ST. PETERSBURG’DA ULAŞIM VE TAKSİLER

Şehrin metro sistemi her yere ulaşımı kolaylaştırıyor. Biz metroyu pek tercih etmedik. Şehri görerek gezmek istedik. Yollar çok geniş olduğu için karşıdan karşıya geçerken dikkat edilmeli ve trafik ışığının olmadığı yerlerde alt geçitler kullanılmalı. Metro giriş çıkış istasyonları da bu işe yarıyor.

Taksilere gelince durum biraz karışık. Sadece St. Petersburg’ta değil, Moskova’da da daha doğrusu tüm Rusya’da bu karmaşa var. Resmi taksiler var. Taksilerde taksimetre de var. Ancak kimse bu taksimetrelere göre para ödemek istemiyor çünkü pahalı. Her taksici gideceğiniz yere göre taksimetrenin kaç yazacağını kilometre hesabıyla tahminen söylüyor ve bu rakamdan indirim yapıyor. Siz uyanık bir Türk olarak bu indirimli rakamın yarısını teklif ediyorsunuz. Kesinlikle kabul etmiyorlar. Onların gözü önünde yoldan geçen arabalara elinizi kaldırıyorsunuz. Birisi mutlaka duruyor. Taksiye teklif ettiğiniz yarım rakamı şoföre teklif ediyorsunuz ve yüzde doksan kabul ediyor. Binip gidiyorsunuz. Şimdi bu taktik genelde güzel işlemekle birlikte, yalnız bayanlara kesinlikle tavsiye edilmez. Güvenlik sorunu henüz tam olarak halledilmiş değil. Ekonomi yapayım derken kendinizi riske atmayın. Hatta tek başına olan erkeklere de tavsiye edilmez, Çünkü soyulup ortada bırakılma olasılığı var. Dolayısıyla en az iki kişiyseniz ve gideceğiniz yer şehir merkezindeyse tamam, merkez dışına çıkılacaksa veya yalnız iseniz tehlikeli bir yöntem. Taksicilere sorduk, herkes korsan taksi burada, nasıl izin veriyorsunuz diye, hiç oralı olmadılar. Sorun değil anlamında birkaç laf söylediler. Anladık ki güvenlik nedeniyle kendilerinden eminler.

Bu anlattıklarım ile Rusya çok güvensiz bir yer olarak algılanmasın. Tam tersine, birçok ülkeye göre çok daha güvenli. Taksilerde birkaç kişinin başına gelenler nedeniyle tedbirli davranmak gerek, o kadar.

St. Petersburg’ta halen nostaljik troleybüsler çalışıyor. Türkiye’de hepsini çöpe attık. Fakat bu kadar ekonomik ve çevreci bir toplu taşım aracından dünya vazgeçmiyor.

PUŞKİN ŞEHRİN HER TARAFINDA

St. Petersburg, ünlü Rus şairi Alexander Puşkin’in memleketi ve sevgilisi. Heykelleri, caddelerde ismi, köylerde kasabalarda, kısacası her yerde yaşıyor ve yaşatılıyor. St. Petersburg için yazdığı bir şiiri şöyle;

Petro’nun şehri, seni seviyorum / Senin sert ve zarif görünüşünü seviyorum / Neva’nın kocaman yatağını / Kıyılarının granitini / Duvarlarının dövülmüş demir parmaklıklarını / Melankolik gecelerinin açık fecirlerini / Ay olmadığı halde kendisiyle / Odamda lambasız okuyup yazabildiğim / Bu ışığı seviyorum / Senin ıssız sokaklarının uykuya dalan yığınlarını / ve amiralliğin kıvılcım saçan direğini seviyorum.

Şimdi sizi bu güzel şehrin fotoğrafları ile başbaşa bırakalım…

Rusya’nın nehirler ve göller boyunca köyleri, kasabaları 3. bölümde…

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: